Faydalı Paylaşımlar..

18 Ekim 2013 Cuma

Çocuğunuza Kur’an Telkin Ettiniz mi?

08:25:00 Posted by Mücahid Reis No comments



İşadamı Sakıp Sabancı, kızını batı standartlarında tahsil yapması için İngiltere’deki Harward kolejine kaydettirmiştir…

Okul idaresinin, kolejin çeşitli bölümlerini Sabancı’ya gezdirdikten sonra kiliseyi göstererek:” Burası da dini ibadet yeri ” deyip “Senin kızın Müslüman olduğu için dini ibadet günlerinde Kur’anı Kerim getirsin, istediği günlerde okusun. Siz Kur’an okumasını kızınıza telkin ettiniz mi?” diye sormuşlardır… .

Sakıp Sabancı’nın daha sonra bu hadisenin değerlendirmesini yaparken :

“Allah var, doğrusu ben kızımla beraber Kur’an-ı Kerim getirmemiştim. Kızıma da telkinde bulunmamıştım çok utandım. Sırtım terledi. O ‘gavur’ dediğimiz bana verdiği dersten çok mahçup oldum. Adeta yüzüme bir şamar patlamıştı. Ve Türkiye’ye geldiğimde kızıma hemen bir açıklamalı Kur’an-ı Kerim gönderdim.” diyerek kızına dini bilgiler öğretmediğinden dolayı mahcubiyetini itiraf etmiştir.

Kaynak: Vakkasoğlu, Vehbi; Öğretmenin Not Deiteri, cilt 5, Cihan Yay., İstanbul/ 1992, s. 72

Yaşlı Marangoz

08:18:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. Yıllardır yanında çalıştığı müteahhidini de çok seviyordu ama artık bu işlerden iyice bıkmıştı.

İşi bırakmak ve emekli olmak istediğini çok sevdiği müteahhide söyleyince müteahhit çok üzüldü bu duruma. Ve ondan, kendisine son bir ev yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti ama gönlünden gelerek çalışmıyordu. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Mesleğinde zirve olmanın hiçbir izini taşımayan bu evi normalinden de kısa sürede bitirdi.

İşini bitirdiğini müteahhide söyleyince müteahhit de şaşırmıştı. Çünkü şimdiye kadar bu kadar kısa bir sürede hiçbir evi teslim edememişti patronuna. Müteahhit, evi gözden geçirmek için geldi. Evi baştan sona dolaştıktan sonra dış kapının anahtarını marangoza uzattı. “Bu ev senin” dedi, “yıllardır bana ettiğin hizmetlerin karşılığı olarak sana benden hediye.”

Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı. Eğer yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi ne de güzel, özenerek yapardı onu!

Hayat bizim için de bazen böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zamanda yaptığımız işe, elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da şoka girerek kendi yaptığımız o baştan savma evde yaşayamayacağımızı anlarız.

Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Tekrar bu hayatı yaşayabilsek çok daha farklı ve hatasız yaşamaya çalışırız. Ne var ki; hayata geri dönüş ve tekrar bir şeyler yapabilmek mümkün olmaz hiçbir zaman.

Marangoz sizsiniz. Müteahhit ise bize ömrümüzün sonunda dünyada yaptıklarımızın karşılığını verecek olan Rabbimiz.

Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da duvar dikersiniz ama o evi kendinize yapar gibi yaparsanız çok güzel bir eser meydana getirirsiniz.

Bugün yaptığımız davranış ve seçimler, yarın belki de içinde ebedi yaşayacağınız evi kurar bizlere. Öyle ise onu akıllıca ve gönlünüzden gelerek yapın. Ne müteahhide karşı mahcup olun, ne de kendinize karşı...

Kaynak:Anonim 

Zulmetmediysen Zulüm Görmezsin

07:51:00 Posted by Mücahid Reis No comments


İran'da bir zamanlar zalim bir hükümdar yaşı­yormuş. Saltanatını halka zulüm ve baskı ile yürü­tüyormuş.

Bir gün, şehirde gezerken bir evin bahçesinde gördüğü bir kadına göz koymuş, adamlarına onu sa­rayına getirmelerini emretmiş. Adamları zalim hü­kümdara:

- Efendimiz, o göz koyduğunuz kadın, şehirde bir marangozun karısıdır. Kendisi ve kocası çok din­dar, çevrede oldukça sayılıp sevilen kimselerdir. Düşmanlarınız sizin bu arzunuzu duyup, aleyhinize işi büyütebilirler. Siz marangoza bu gece sabaha ka­dar yapamayacağı bir iş teklif ediniz. Sonra da emri­nizi yerine getirmedi bahanesiyle, kendisini idam ediniz. O zaman göz koyduğunuz karısı dul kalır, kendiliğinden size gelir, aleyhinizde herhangi bir de­dikoduya da sebebiyet verilmemiş olur.

Zalim hükümdar, akılcılarının verdikleri bu aklı pek beğenerek, marangozu çağırtmış, şöyle konuşmuş:

- Bu gece sabaha kadar, öd ağacından olmak şartıyla, on tane süslü sandık yapacak; şafak vakti göndereceğim adamlarıma teslim edeceksin haberin olsun!..

İyi kalpli Marangoz buna imkânı olmadığını, ver­diği mühleti birkaç hafta uzatmasını istemişse de, zalim Hükümdarı kararından döndürememiş.

- Şafak vakti göndereceğim adamlarıma, ya on sandığı teslim edersin, yahut da buna mukabil ken­di kelleni verirsin.

Marangoz heyecan ve telâş içinde evine gelmiş, gözyaşı döküp ağlamaya başlamış. Ailesinin ısrarı üzerine de, zalim hükümdarın teklifini anlatmış. Ha­nımından gözyaşları içinde helâllik dilemeye başla­mış. Kadın kocasına:

- Dur bakalım, acele etme, demiş ve ilave etmiş:

- Sen hiç kimseye zulmettin mi?

- Hayır, ben hiç kimseye ne zulmettim, ne de birinin namus ve ırzına yan baktım, işimde ve evimde, kendi halimde yaşayıp duruyordum işte!

Bu sözler üzerine kadın:

- Öyleyse, boşuna telâş etme! Zulmetmediysen zulüm görmezsin, demiş. Fakat adamda ümit iyice kaybolduğu için, "Şu­nun şurasında ne kaldı ki, neredeyse Hükümdarın adamları gelecek diye hayıflanıyormuş.

Kadın ise:

- Hiç telâş etme! Zulmetmediysen zulme uğra­mazsın. Bakalım Mevlâ neyler? diyerek serinkanlılı­ğını muhafaza etmekteymiş.

Sabaha doğru kapı güm güm vurulmuş. Maran­goz, heyecandan elleri, ayaklan titreyerek:

- Eyvah, işte geldiler; halbuki sandıkların bir ta­nesi bile meydanda yok!... Demiş, korkudan ecel ter­leri dökmeye başlamış. Kapının açılması üzerine hız­la içeri giren hükümdarın adamları:

- Çabuk marangozhaneye, demişler. Adam hanımına:

- Görüşmek artık mahşere kaldı, haydi Allah'a ısmarladık!... Deyip vedalaşmış. Hükümdarın adam­ları bu sözlere kızmışlar:

- Neden görüşmeniz mahşere kalsın? Yapacağın, sadece bir tabuttan ibarettir, demişler.

Marangoz anlamayınca da şu izah vermişler:

- Bu gece yansı, hükümdar anî bir kalp krizi ne­ticesinde öldü. Onun cenazesi için bir tabut yapma­nı, yeni hükümdar emretti. Yapacağın bundan iba­rettir!..

Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.92

Zehirli Ekmek

07:35:00 Posted by Mücahid Reis No comments


"Her ne doğrarsan aşına, o çıkar karşına," (Atasözü)

Sık sık evinin kapısını çalıp bir şeyler dilenen kadından bıkıp, oldukça rahatsız olan evin hanımı, bir gün yine aynı dilenci kapısını çaldığında ondan kurtulmaya karar verir. Dilenciye biraz beklemesini söyleyip mutfaktan bir ekmek alır ve ortasından yararak arasına peynir, zeytin yerleştirir. Tabii bu arada arasına haşarat öldürmede kullandığı kuvvetli zehirden dökmeyi de ihmal etmez.

Dışarıya çıkıp ekmeği dilenciye uzattığında, kadın "Allah razı olsun." deyip evden ayrılır.

iyice acıkan kadın bir caminin avlusunda biraz önce kendisine verilen ekmeği çıkarıp tam yiyeceği esnada elini yüzünü yıkamakta olan bir askerin kendisine baktığını görür. Askerin halinden, yoldan geldiği ve yorgunluğu anlaşılmak­tadır. Dilenci, askerin bakışlarından onun aç olduğunu ve sanki "Biraz da bana ver." mânâsını çıkarmıştır. Gencin haline acıyan kadın ekmeğin hepsini askere buyur eder ve oradan uzaklaşır.

Dilenci kadının verdiği ekmeği iştahla yiyen asker, çok geçmeden acıyla kıvranmaya başlar. Bir müddet sonra camiye gelen cemaat yerde kıvranan gencin kimin nesi olduğunu sorup öğrendikten sonra alıp evine götürürler.

Evin hanımı, aylardır binbir ümitle terhisini beklediği yeni terhis olmuş oğlunu perişan vaziyette karşısında görünce çırpınmaya, dövünmeye başlar. Biraz zaman geçip de sakinleşen kadın, oğluna ne olduğunu, niçin kıvrandığını sorup öğrenmeye çalışır.

Delikanlı biraz önce, cami avlusunda bir dilenci kadının kendisine ekmek verdiğini, onu yedikten sonra bu hale geldiğini söyleyince kadın ona verdiği ekmeği hatırlar ve başından aşağıya kaynar sular dökülür. "Ben ne yaptım?" diye dövünmeye başlar ama iş işten geçmiştir, Arslan gibi delikanlı oracıkta hayata gözlerini yumar.

Kaynak:İbrahim Refik,Hâdiselerin İbretli Dili, Albatros Yayınları, İstanbul 2000, s. 96