Faydalı Paylaşımlar..

13 Haziran 2015 Cumartesi

Sahibini Koruyan Akşam Namazı

13:23:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Üniversite öğrencisiydi. Kurban Bayramını memleketinde geçirmek için yola çıkmıştı.

Yolculuğu çok severdi. Ama bir yönünden asla hoşlanmazdı. O da, yolculuk esnasında namaz kılarken çektiği zorluklardı.

Aslında namaz için her sıkıntıyı göze alırdı. Ama vaktinde kılma endişesi, kazaya bırakmamak için harcadığı çaba, onu öylesine stres içinde bırakıyordu ki, yolculuk bir azap hâline geliyordu.

İnisiyatif kendi elinde değildi çünkü. Şoförün esiriydi sanki. İşte yine aksam vakti girmişti. "Acaba nasıl bir çözüm bulsam da namazımı kılsam" diye düşünmekten beyni çatlıyordu.

Tam böyle düşünürken, otobüs mazot almak için bir akaryakıt istasyonunda durmuştu. Abdesti vardı. Hemen aşağıya indi. Otobüsün muavinine yaklaştı.

— Biraz bekler misiniz, dedi. Hemen aksam namazını kılmak istiyorum, abdestim var.

— Çabuk ol abi, dedi, muavin.

Sevinçle nerede kılabileceğini araştırdı. Biraz ötede yemyeşil çimler vardı.

Onların üzerinde kılabilirdi. Birisine kıbleyi sorup öğrendi ve büyük bir huzur içinde "Allahüekber" deyip, namaza durdu.

İçinde tarifsiz bir mutluluk vardı. Artık sıkıntısı kaybolmuş, Âlemlerin Rabbinin huzurunda, görevini yerine getirmenin doyumsuz lezzetini yaşıyordu.

Üçüncü rekâtı kılarken, ömür boyu unutamayacağı bir şey olmuştu. Fatiha’yı ve sureyi okumuş, tam rükûya eğilecekken, ileride kulübesinde duran istasyonun köpeği, onu yeni fark etmiş olacak ki, havlayarak üzerine gelmişti.

Saniyelik bir tereddüt geçiriyordu. Simdi ne yapmalıydı? Namazı bırakıp kaçmalı mı, yoksa devam mı etmeliydi?

Hayır! Birincisini yapmayacaktı. Allah'ın huzurundan ayrılmayı bir türlü düşünemiyordu. "Allahüekber" diyerek rükûya gitti.

İşte tam o anda, ne olduysa oldu. Kendisine saldırmak üzere havlayarak gelen köpek, sanki birisi arkasından çekmişçesine, tam yanına gelmişken frenine basılan bir otobüs gibi durdu. Havlamasını kesmiş, hafif bir hırıltıyla namaz kılan gence baka kalmış, o secdeye gidince de kulübesinin yolunu tutmuştu.

Artık bu aksam namazının farklı bir anlamı vardı onun için. Her şeyin sahibi,

Kendisine secde eden bir genci, açık bir tehlikeden korumuştu.

Allah'ın özel bir himayesine mazhar olmanın mutluluğuyla elini açarak dua etti:

— Rabbim, Sana şükürler olsun! Köpek saldırsaydı bile Senin huzurundan ayrılmayacaktım. Sanki mıhlanmış gibi beni burada tutan Senin sevgindi.

Otobüse binmiş, tespihini çekerken, sanki sevinçten kanatlanmış, uçuyordu.

Kaynak: Said Demirtaş, Namazı Yaşayanlar, Nesil Yayınları.

MÜTEVEKKİL ADAM

12:32:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Yaylada herkes tanırdı onu. Ne mütevekkil adam derlerdi. Başına gelen hiç bir şeye üzülmez, daima "Vardır bir hikmeti" deyip geçerdi. O sene yaylada hemen herkesi malı, davarı hastalıklardan uzak şekilde otlarken, mütevekkil adamın aniden eşeği ölüvermişti. Halbuki eşeği onun her şeyi demekti. Gideceği yere ona binerek gider, eşyasını ona yükleyerek göçerdi. Fakat adı üstünde mütevekkil adamdı. Komşuları kadar bile üzülmedi. Her zamanki gibi,

— Bunda da bir hikmet vardır, deyip geçti. Aradan çok geçmedi. Bu defa da evinin kapısından hiç ayrılmayan köpeği oluverdi. Komşuları yine üzülürken, o, her zamanki mütevekkil haliyle:

— Bunda da bir hayır vardır, deyip geçti.

Ziyan bununla kalmadı. Bir başka gün de, kendisini sabah namazına kaldıran horozu oluverdi. Komşuları, bunda bir uğursuzluk vardır, diyerek üzüntülerini ifade ederken, mütevekkil yaşlı zat:

— Hayır! Bunda bir hikmet vardır, boşuna üzülüyorsunuz, diyor, üzerinde durmuyordu.

Yaşlı zat, hayatta çok şeyler görüp geçirmişti. Böyle peşpeşe gelen musibet görünüşlü hâdiselerin arkasında rahmet görünüşlü tecellilerin bulunduğuna pek çok kere şahit olmuştu. Onun için üzülmüyor, kendisini teselli edenlere de:

— Mülk Allah'ındır. Biz de bu mülkün işçileri gibiyiz. Mülk sahibi dilediği şekilde tasarruf eder, karşılığını veriyordu.

Bir gece, eşkıyalar toplanıp yayladaki evlere baskın düzenlediler. Pür silah hücuma geçen soyguncular, önce çevreyi dinliyorlar, nerede bir eşek anırması yahut köpek havlaması, yahut da horoz Ötmesi duyarlarsa hemen oraya doğru yürüyüp evi kolayca buluyor, soyup soğana çeviriyorlardı.

Gecenin karanlığında dolaştıkları yaylada, soyulma­dık ev bırakmamışlardı. Ancak mütevekkil adamın evi, bu soygundan müstesna kalmıştı.

Sabah namazım kıldıktan sonra komşulardaki panik ve bağrışmaları duyan mütevekkil adam, onların soyulup soğana çevrildiğini anladı, eşkiya, kendi evini keşfedeme­mişti. Zira eşeği öldüğünden, anırıp da haber vereme­mişti. Köpeği öldüğünden havlayıp da sesini duyurama­mıştı. Horozu öldüğünden ötüp de işaret verememişti. Böylece bunların yokluğu, evin soyulmaktan kurtuluşu­na sebeb olmuş, eşkıya böyle bir evin varlığından haber­dar bile olmamıştı.

Komşuları başlarına gelenlerden şaşkınlıklarını ifâde ederken, mütevekkil adam yine sakin ve suskun cevap veriyordu:

— Hayatta hiçbir muvaffakiyet sizi olduğundan fazla sevindirmesin, hiçbir ziyan da olduğundan fazla üzmesin. Tevekkülü her iki halde de unutmayın. Bunların hepsi de geçici şeylerdir. Hayatta ne cereyan ediyorsa hikmetli ve ibretli cereyan eder, tesadüf ve manasızlık yoktur. Siz buna karşı önce kul plânında tedbirinizi alın, sonra da tevekkül dağına yaslanıp rahat edin.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 128

İHTİYAR KADININ HASTA DEVESİ

12:16:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Yaşlı kadının biricik devesi uyuz olmuştu. Ölürse bütün işleri altüst olacak, bağına, bahçesine giderken eşyasını yükleyecek vasıtadan mahrum kalacaktı.

Bunun için günlerce düşünmüş, bir tedbir hatırına gelmemişti. Durmadan dua ediyor, devesini kurtarmasını Allah'tan diliyordu.

Bir gün yine kıra çıkardığı devesinin ot yemeyip, su içmediğini, iskelet haline geldiğini görünce üzüntüsü bir kat daha arttı, başladı ağlamaya.

Hem ellerini açmış dua ediyor, hem de durmadan ağlıyordu.

İşte bu sırada Peygamberimiz, ashabıyla birlikte oradan geçmekteydi. Yaşlı kadının ağladığını görünce sordu:

— Ey Allah'ın kulu, niçin gözyaşı döküp ağlıyorsun? Kadın titrek sesle cevap verdi:

— Niçin olacak, dedi, devem için. Devem benim herşeyim. Ya ölürse halim ne olur? Yakalandığı hastalıktan kurtarması için Rabbime günlerdir el açıp dua ediyorum, fakat bir türlü kabul edilmiyor.

Tebessüm eden Peygamberimiz şöyle cevap verdi:

— Kabul olmasını istiyorsan duana biraz da katrankat, katranl..

Kadın düşünmeye başladı. Ne demekti duasına katran katmak?

Nihayet anlar gibi oldu. Bu defa gidip komşulardan katran bulan kadın, uyuz devesine önce iyice bir katran sürdü. Bundan sonra da ellerini açıp duaya başladı.

Katranla uyuz sivilcelerindeki mikroplar tümüyle ölmüş, böylece deve uyuzdan kurtulmuştu.

Bundan sonra anlaşıldı ki, bir hastalığın iyi olması için sadece el açıp dua etmek yeterli değildir. Ayrıca ilâcını da ihmal etmemek şarttır. Peygamberimiz kadına bunu söylemek istemiş, meseleyi anlayan kadın da tavsiye edileni tatbik ederek devesini kurtarmıştı.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 31