Faydalı Paylaşımlar..

8 Aralık 2014 Pazartesi

İyilik Vakti

14:10:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Genç kız, el aynasında makyajını kontrol etti; "-Gayet iyi." dedi. Güzelliğinden emindi. Çevresindeki erkeklerin pervane olmasından zaten biliyordu güzel olduğunu. Hayatın tadını çıkaran, rahat yaşayan biriydi. Cep telefonu çaldığında, akşam arkadaşlarıyla hangi eğlence yerine gideceğine karar vermeye çalışıyordu. Telefondaki numaraya baktı, arayan annesiydi.

- Alo… kızım, nasılsın?

- İyiyim anne. Ne oldu?

- Sana bir sürprizim var.

- Sürpriz mi?

- Evet. Çok eski bir arkadaşım, dostum şehrimize gelmiş…

- Eee kimmiş?

- Kim olduğu sürpriz. Fakat onu, senin almanı istiyorum.

- Ben mi?

- Evet, senin iş yerine yakın olan parkı biliyormuş. Parka gitmesini ve seninle buluşmasını söyledim. Senin de parka gidip onu almanı istiyorum.

- Anne, ben böyle şeyleri sevmem, kendin halletsen!?

- Kızım 1-2 saatlik bir işim var. Ayrıca seni bebekliğinden tanıyan bir arkadaşım. Seni görünce mutlaka çok sevinecektir.

- Amaaan. Peki peki… Nasıl tanıyacağım?

-Evden çıkarken üzerine giydiklerini tarif ettim. O parkta bazı oturaklar piknik masası şeklinde. Parkın sinema tarafı girişindeki ilk piknik masasına otur. O gelince seni bulacak.

- Tamam anne, tamam…

- Kızım senden her gün mü bir şey istiyorum. Üniversiteyi bitireli, hele de işe gireli bir fatura yatırmaya bile göndermedim.

- Hemen darılma, tamam dedim ya…

- O nasıl tamam demekse… Neyse, hadi o zaman, izin al da çık, bekletme. Ben de işlerimi bitirip hemen geleceğim.

Genç kız, izin alıp çıktı. Kısa bir yürüyüşten sonra parka vardı. Bu parkta daha önce hiç oturmadığını fark etti. Arkadaşlarıyla hep paralı, lüks eğlence yerlerine giderlerdi.

Annesinin tarif ettiği, girişteki ilk masayı buldu, boş olan kısmına oturdu. Masanın diğer tarafında bir köylü kadınla, küçük kız oturuyordu. Onlarla aynı yerde bulunmaktan utandığını hissetti.

"-Annemin arkadaşı çabucak gelse de, şunlardan kurtulsam" diye düşündü.

Köylü kadın çekinerek seslendi;

- Afv edersin kızım, bir şey sorabilir miyim?

"Kızım" diye seslenmesi iyice sinirlerini bozdu.

- Ne var, adres mi soracan!

Sert çıkış karşısında kadın sesini alçalttı;

- Hayır kızım, başka bir şey soracaktım.

- Sizin gibi cahiller ya adres sorar, ya para ister.

Köylü kadının kızaran yüzüne aldırmadı bile. O sırada şık ve lüks giyimli, orta yaşlı bir kadının uzaktan yaklaştığını gördü. "-Nihayet." diye düşündü. Ayağa kalkıp kadını karşılamaya çalışırken, kadın yanlarından geçip gitti. Somurtarak geri oturdu.

Yanındaki küçük kıza daha sıkı sarılmış köylü kadının gözünden bir damla yaşın süzüldüğünü gördü. Kadın gözyaşını saklamak için diğer tarafa dönünce bir yüzündeki büyük yanık izi göründü. Genç kız manalı manalı güldü;

- Bak kolayca gözyaşı dökebiliyorsun, yüzünde de çirkin bir yanık izi var. Burda ne bekliyorsun geç bir köşeye aç mendilini ağla… Fakat ağlamaya benden bir şey koparacağını sanma, tamam mı?

Kadın dayanamadı;

- Cahil deyip duruyorsun. Ne cahilliğimi gördün. Tanımadığım bir kadına, torununun yanında hakaret mi ettim!

- Oooo... laf yapmayı da biliyormuş.

-Anlaşıldı kızım, sen üniversite bitirmiş, çok şey öğrenmiş olabilirsin ama insanlıktan sınıfta kalmışsın. Torunumu okutmak için uğraşacaktım. Fakat seni görünce vazgeçtim.

Yaşlı kadın, küçük kızı alıp masadan kalkarken, boşalan yere doğru şık giyimli bir kadın yaklaştı. Cevap vermek için hazırlanan genç kız zengin giyimli, şık kadını görünce uzaklaşan yaşlı kadına cevap vermekten vazgeçti. Yaşlı kadın geriye bakmaya çalışan küçük kızın başını eliyle engelledi.

Bir süre sonra, genç kızın annesi parkta yanına geldi.

- Merhaba kızım, Zeynep Teyzen nerde?

- Kimse gelmedi anne. En son bir bayan geldi, yanıma oturdu. O da sadece dilenmek için gelmiş biriymiş.

- Allah Allah! Giyindiklerini çok iyi tarif etmiştim, seni nasıl bulamadı anlamadım. Yanında küçük bir kız olacaktı.

Genç kız bir an durakladı.

-Küçük bir kız mı?

- Evet.

- Anne! Biz zengin, kültürlü insanlarız. Herhalde arkadaşın da zengin, kültürlü biridir, değil mi?

- Kültürsüz değil ama zengin değil.

- Sakın bana köylü bir kadın olduğunu söyleme.

- Köyden gelen kadına ne denir ki!

- Oh… iyi iyi, köylü kadınları karşılamaya beni gönderiyorsun.

- Kızım, o kadına bir borcumuz vardı. O zamanlarda borcumuzun karşılığı bir şey veremedik. "Gün gelir, bir ihtiyacım olduğunda, ben kapınızı çalarım." dedi ve işte bu gün kapımızı çaldı.

-Ne istiyormuş?

- Torununu okutmamızı istiyor. Baban şimdi arabayla gelip hepimizi alacak, kayıt için okula götürecek.

- Anne, o köylü kadına ne borcun olabilir ki, anlayamadım?

Annesi, kızının öfkeli ses tonuna dayanamadı;

- Kızım, sen bebekken biz köydeydik.

- Eee…

- Sana yıllar önce bahsetmiştim, köydeyken evimiz yandı, biz de inekleri, atları, tarlaları neyimiz varsa hepsini satıp köyden göçtük, demiştim.

-Evet, hatırladım.

- O yangınla ilgili bir ayrıntıyı, seni üzülebilir veya seni evde yalnız bıraktığımız için darılabilirsin korkusuyla anlatmamıştık.

- Herhalde şimdi anlatacaksın…

- Baban evde yoktu, ben de su doldurmaya köy pınarına gitmiştim. Lodos mu ne diyorsunuz, işte o rûzgâr bazen ters esiyormuş, yukardan aşağı filan. Sen beşikte uyuyorken rûzgâr bacadan içeri esince közler ocaklıktan tahtalara sıçramış, yangın başlamış. Pınar yerinden dumanları görüp koştuğumda alevler her yeri sarmıştı. Birazdan yıkılacak gibi görünen eve yine de girmek için atıldığım anda Zeynep teyzen kucağına seni almış olduğu halde dışarı fırladı. O sahneyi hiç unutamam; onun kucağından seni aldığımda o çığlıklar atıyordu…

- Niçin ?

- Seni kurtarırken, sağ tarafı yanmıştı. Gelince görürsün sağ yanağında ağır bir yanık izi var. Çok acı çekti çook. Dur ağlama, seni bu kadar üzeceğini bilmiyordum. Tamam kızım, bak makyajın akıyor, ağlama. Hah! Baban da geldi. Fakat Zeynep teyzen hala bizi bulamadı…

Yazar: Ahmet Ünal ÇAM

İnsan Olmak

13:41:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Bir bilgeye, “Nasıl insan oluruz?” diye sormuşlar.

“Üç adım atmakla” diye cevap vermiş bilge kişi:

“Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir; insanlığa attığın ilk adım budur...

Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise, ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.

Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insansın ve insan olursun...”

Kaynak: Bilgelik Hikâyeleri, Cevdet Kılıç, İnsan Yayınları.

Paraya Güvenmek

13:17:00 Posted by Mücahid Reis No comments


MAĞRİB’DE BİR şehrin ilim ve faziletçe en meşhur âlimlerinden biri, her gün olduğu gibi, o gün de öğrencilerine ders vermekle meşguldü. Ancak, âlimle acilen görüşmek isteyen bir kişi yüzünden, derse birkaç dakika ara vermek zorunda kaldı.

Gelen kişi, şehrin en zenginlerinden biri değilse bile, hatırı sayılır tüccarları arasındaydı. Adam, âlime:

“Size bir maruzatım var” dedi. “Ben hacca gitmek istiyorum. Bunun için, sene boyu kenarda üçyüz altın biriktirdim. Acaba bu para rahatlıkla gidip gelmem için yeterli olur mu?”

Âlimin cevabı şuydu:

“Bu para rahatlıkla gidip gelmen için yeterli olmayabilir.”

Bunun üzerine, adam:

“Peki öyleyse,” dedi. “Biraz daha biriktirir, seneye giderim.”

Adamın medreseden ayrılmasının üstünden fazla bir zaman geçmeden, bu kez, ayağında çarık, elinde küçük bir bohça ile sade halli bir derviş âlimin ziyaretine geldi.

“Fazla durmayacağım” dedi derviş. “Allah nasip ederse, hac için yola düştüm. Diyeceğin, istediğin birşey var mı?”

Âlim:

“Yolun açık olsun. Oralara bizden de selâm götür; dua et bizim için” dedi, sonra da kucaklaşıp vedalaştılar.

Öğrenciler, yarım saat içinde gördükleri bu iki manzara karşısında şaşkına dönmüşlerdi. İçlerinden birisi:

“Hocam” dedi, “Tüccar geldiğinde, ‘Hac için üçyüz altın yetmeyebilir’ dediniz. Bu adamın ise belki bir altını bile yok. Ama ona yolun açık olsun dediniz.”

Âlim şu cevabı verdi:

“Çünkü tüccar, parasına güveniyordu. Üçyüz altının başına ne geleceğini, yetip yetmeyeceğini ben garanti edemem. Ama derviş, ‘Allah nasip ederse’ diyerek yola koyulmuş. İnanıyorum ki, güvendiği Allah onu yolda bırakmayacaktır.

Kaynak:Selim Gündüzalp Düşündüren Öyküler

Özenti

12:49:00 Posted by Mücahid Reis No comments
FAKİR BİR ADAM, her gün televizyonlarda boy gösteren ve "ülkenin sayılı zenginlerinden biri" şeklinde tanıtılan sanayiciye özenip, onun gibi olmaya karar vermiş. Sık sık Allah'a yalvarıp:

-Ver Yarabbi!. diyormuş. Fakirlikten bezdim usandım artık!.

- Adam, bu işi aklına koyunca, cebinde kalan son kuruşlarını, yine zenginlerin yazdığı "Nasıl Zengin Olunur?" ya da "Zenginliğin Sırları" gibi kitaplara yatırıp, her birini dikkatlice okumuş. Okumuş ama, açıkçası pek bir şey anlamamış. Her halde en iyi yol, dedesinden duyduğu şeyleri yapmakmış.

- Allah bütün duaları işitir!. dermiş, nur yüzlü dedeciği. Ne istersen O'ndan istemelisin.

Torunu, mecbur kalınca bu yolu seçmiş. Üstelik de dua için para gerekmiyormuş. Bir cuma namazında, sabaha karşı kılınan teheccüd namazının ve hemen arkasından yapılan duaların kıymetini öğrenince, geceleri yatmamaya başlamış. Saatlerce namaz kılıp, göz yaşları içinde dua etmiş. Bu arada kurbanlar da adamış tabi. Fakirlikten kurtulursa bir koyun, zengin sayılınca iri bir dana, köşeyi döndüğünde de bir deve kesecekmiş. Gelen miktara göre, bu sayı daha da artabilirmiş.

Paranın gelmesi geciktiğinde, bu sefer de oruca niyetlenmiş. Her ayın on beş günü, hiç aksatmadan oruç tutuyormuş, üstelik de fazla bir şey yemeden. Sonunda bir deri bir kemik kalmış ama, kendisine bir haller olmaya başlamış. Yakınlarına, gâipten tuhaf sesler duyduğunu, hatta bazen birileriyle konuştuğunu söyleyip duruyormuş.

Duyduğu ses her neyse, bir gün ona seslenip:

- Ey garip adam!. demiş. Özendiğin o kişiyi tanıyor musun?

Adam biraz düşünmüş. Bahsedilen kişiyi, sadece ekranlarda gördüğünden, nasıl yaşadığını, neler yiyip içtiğini, nerelerde gezdiğini pek bilmiyormuş.

- İstersen daha yakından tanı!. demiş ses. Hem önceki hayatını, hem sonrasını.

Ve mânevî bir sinemayla, hayranlık duyduğu kişi gösterilmiş adama.

Perdeye ilk yansıyan, o zenginin önündeki bir insan seli imiş.

Adam, hemen sormuş: “Bu kuyruk nedir?” diye.

- Zengin adam, işçilere aylık veriyor!. denmiş. Bir çok fabrikasında, karınca sürüsü gibi işçi çalışır. Maaşları kendisi vermekten hoşlanır.

Fakirin hayranlığı, iyice artmış. Böylesine alçak gönüllü bir kişiyi, ilk defa görüyormuş.

Mânevî sinemada, manzaralar peş peşe sıralanmış. Biraz sonra farklı bir görüntü gelmiş perdeye. Zenginin elinde süslü bir bavul varmış, yanında da bir çok koruması elbette. Fakir olan, hayranlıkla ona bakarken, duyduğu ses bu sefer:

- Beğendiğin o kişi, güzel bir tatile çıkıyor!. demiş. Mevsim henüz kış ama, o sıcak bir ülkede dinlenecek. Tabi ki güneşte biraz bronzlaşacak!.

Fakir adam, bir kez daha içini çekmiş. Çünkü o güne kadar, ırgat gibi çalışmaktan tatil yapmamış.

- Ver Allah'ım!. demiş, sessizce mırıldanıp. Ben de onun gibi keyif süreyim.

Fakir adam daha sonra, o zenginin hayatından bir çok tablo seyretmiş. Boğazdaki muhteşem villasını, en son model üç beş tane arabasını, bankadaki hesaplarını falan.

Fukaracık, hülyalara dalıp giderken, o ses tekrar çınlayıp:

- İstersen farklı bir film koyalım, demiş. Anlaşılan bu işten çok hoşlandın.

Evet!. diye atılmış fakir adam. Hoşlanmamak mümkün mü?

Görüntüler tekrar sıralanınca, adam bir yanlışlık var zannederek:

- Bu manzara yeni değil her halde!. demiş. Biraz önce aynısını görmüştük. Bir çok insan yine kuyruğa girmiş. İkinci görüntüde, bavulunu tekrar yanına almış. Her halde yine tatile gidiyor.

Hayır!. demiş, kendisiyle konuşan. Kuyruktaki kişiler, ‘kul hakkı’ndan alacaklı olanlar. O zenginden hakkını istiyorlar.

O bavula gelince:

Adam uzun bir tatile çıkıyor. Fakat bu sefer, çok daha sıcak bir yerde bronzlaşacak. Gördüğün manzaralar, adamın öldükten sonraki halleridir.

Cüneyd Suavi / Hayatın İçinden Hikâyeler Zafer Dergisi Şubat 2007