Faydalı Paylaşımlar..

30 Ocak 2015 Cuma

KOMŞULUK HASSASİYETİ

13:08:00 Posted by Mücahid Reis No comments


İmam Hasan-ı Basrî hazretleri hasta oldu. Bir Yahudi komşusu kendisini ziyarete geldi. Ziyaret esnasında imamın yattığı odadan fena bir koku geldiğini hissedip,

"Ya İmam! Bu evde fena bir koku var" dedi. İmam da cevaben, "Benim hastalığımdandır" buyurdular.

"Bu hastalık kokusu değil, kenef kokusu. Allah aşkına söyle! Nedir bu?" diye ısrar etti. Zira kendi hanesinden, imamın hanesine lâğımın sularının sızdığının farkına varmıştı.

And vererek ısrar edince İmam:

"Birkaç aydır sizin lağımın pis suları bizim haneye sızıyor. Yaptırdımsa da sızıntı kesilmedi" deyince Yahudi:

"Niçin bize haber vermediniz?" dedi. Hazreti İmam:

"Belki sizi incitirim" diye cevap verdi. Yahudi, bu ahlâk-ı haseneye âşık olup iman ile müşerref oldu.

Kaynak: Bilgelik Hikâyeleri, Cevdet Kılıç, İnsan Yayınları.

KERTENKELENİN RIZKI

12:48:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon, bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında, çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada, dışarıdan gelen bir çivi ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde, kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da, kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.

Muhtemelen bu çivi, on yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Nasıl olmuştu da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan on yıl boyunca yaşamayı başarmıştı?

Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan on yıl boyunca yaşamak çok zor olmalıydı.

Sonra bu kertenkelenin on yıldır hiç kıpırdamadan nasıl on yıl yaşadığını düşündü. Ayak çivilenmişti! Böylece çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye

başlar, "Ne yiyor acaba?" diye. Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir, ağzında taşıdığı yiyecekle...

Kaynak: Bilgelik Hikâyeleri, Cevdet Kılıç, İnsan Yayınları.

SENDE ÇOCUK, BENDE KUYRUK ACISI OLDUKÇA BİZ DOST OLAMAYIZ

12:31:00 Posted by Mücahid Reis No comments



Eski zamanlarda bir beldede fakir bir adam varmış. O kadar fakirmiş ki, köyün çobanı bile ondan zenginmiş. Adam bir gün dağda oduna giderken sıcaktan bunalmış. Bu vaziyette ağzını açmış, sanki "Su! Su!" diye bağıran bir yılan görmüş- Adamcağız kendi kendine, yılanı sulaması lazım geldiğini düşünmüş. Araya araya bir miktar su bularak yılanın üzerine dökmüş.

Yılan da hakikaten susuzluktan yanmakta olduğundan, adamın döktüğü suyu büyük bir zevkle yalamaya başlamış ve adamdan memnun olduğunu belirten bir tavırla oradan çekip gitmiş.

Birkaç gün sonra, adam yine ormana gittiğinde yılanı görmüş; yılan da adamı görünce boynunu bir tarafa kıvırarak "Ne yapayım ben?" der gibi çekip gitmiş...Fakat adam, dağdaki işini bitirip de evine dönerken, yine yılanla karşılaşmış. Fakat bu sefer yılanın ağzında bir altın varmış, adamı görünce oraya adamın geçeceği yola bırakıp çekip gitmiş.

Adam da altını alarak eve gelmiş, ikinci gün yılandan memnun olduğu için, sevinçle bir kaba süt doldurarak yılanı gördüğü yere
varmış ki yılan yine ağzında bir altınla adamı bekliyor. Adam sütü bir yere bırakmış, yılan da hemen ağzında- kini bırakarak süte koşmuş.
Adam altını alarak geri dönmüş ve arkadaşlık başlamış. Yani adamdan süt, yılandan altın... Derken adam zengin olup hacca gitmeye karar vermiş; oğluna da meseleyi uzun uzun anlatarak her gün bir şişe süt götürüp altını almasını söylemiş.

Adam hacca gittikten sonra çocuk, bir gün sütü götürüp altını almış. İkinci gün, "Ben" demiş, "her gün süt götüreceğime, yılanı takip eder, altının yerini öğrenir, onu öldürürüm. Ondan sonra da altınların tamamını alır, yılana süt getirmekten kurtulurum" demiş. Hakikaten ikinci gün sütü getirip altını aldıktan sonra, gitmeyip yılanı beklemiş. Yılan tam deliğine başını sokmuş, kuyruğunu da çekeceği zaman çocuk elindeki balta ile yılanın kuyruğunu kesmiş. Fakat yılan can
havliyle çıkarak çocuğu sokup öldürmüş ve deliğine geri girmiş, ama ölmemiş.

Adam hacdan gelip durumu öğrenmiş; ama yine de yılana minnettar olduğu için süt götürmeyi ihmal etmemiş. Bir gün sütü götürdüğünde yılana, "Kabahat bizim çocukta. Ben sana süt getirmeye devam edeyim, sen de bana altın getirmeye devam et!" dediğinde, yılan getirilen sütü içip lisân-ı hâl ile şöyle demiş:

"Arkadaş! Bu zamana kadar böyle devam ettik. Fakat bende kuyruk, sende de evlat acısı olduğu müddetçe, biz dost olamayız. En iyisi sen rızkını, ben de rızkımı başka yerlerde arayalım" deyip çekip gitmiş.İşte meşhur darb-ı mesel böyle meydana gelmiş.

Kaynak: Bilgelik Hikâyeleri, Cevdet Kılıç, İnsan Yayınları.

SERÇE'NİN ÖLÜMÜ

10:03:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Bir baba ve çocuğu parkta yürüyorlardı. Çocuk şımarıkça babasını çekiştiriyordu. Ne görse almak istiyor, babası da onu hiç kırmıyordu.

-Ben biricik oğlumu üzer miyim hiç!

Her istediğine kolayca ulaşan bir çocuğun nasıl doyumsuz olacağını ve büyüdükçe ya bencil ya da en ufak bir sorunda mutsuz, asabi olacağını düşünmüyordu bile.

Çikolata, dondurma oyuncak derken, çocuğun gözü yemyeşil dallara konan-kalkan güzel kuşlara takıldı. Babasının çocukluğunda yaptıklarıyla ilgili anlattıkları aklına geldi;

-Baba sen çocukluğunda sapanla kuş avladığını söylemiştin ya!

-Evet, köydeyken sapanla çok kuş avlamıştım.

Çocuk ağaçtaki kuşları gösterdi;

-Ben de senin gibi avlamak istiyorum.

Adam güldü;

-Yok be oğlum, burda görürlerse kızarlar.

-Bana ne, ben de sapanla kuş avlayacağım.

Adam bir iki vazgeçirmek istedi ama şımarık yetiştirdiği çocuğunun vazgeçmeyeceğini hemen anladı.

-Tamam, ben çevredeki oyuncakçılarda sapan var mı bir arayım. Bu arada sen dedenin yanına git otur ama kesinlikle dedene anlatma. Deden çocukluğumda bir gün kuş avladığımı duyunca çok kızmıştı bana, iyi bir de dayak atmıştı.

Çocuk istediğine kavuşacak olmanın sevinciyle dedesinin yanına koştu, oturdu. Babasının nereye gittiğini soran dedesine sadece "Bana oyuncak almaya gitti." dedi. Parktaki güzel havayı içine çeken, kuş seslerini dinleyip huzur bulmaya çalışan dedesi de başka bir şey sormadı, sustu.

**** ****

Az sonra babası gelmişti. Dede görmeden çocuğa göz kırpıp cebindeki şişkinliği işaret ettikten sonra;

-İstediğin oyuncaktan kalmamış oğlum. Gel seninle biraz da ağaçların arasında yürüyelim.

Çocuk sevinçle babasına koştu. Dedesi "istediği oyuncak alınmayınca ortalığı birbirine katardı bu çocuk. Büyümeye mi başladı nedir!" diye düşündü, fazla üzerinde durmadı.

Çocukla uzaklaşan baba fısıldadı;

-Ortalık yerde sapan kullanırsan herkes kızar. Hem ağaçların arasında daha çok kuş vardır.

**** ****

Dede oğluyla, torununun arkasından baktı; "Uslanıyor kerata uslanıyor." diye mırıldandı. Sonra yine çevreyi seyre daldı. Birden gözleri bir renkli kuşa takıldı; "-Alaca serçe." Yüzünde bir sevinç dalgası dolaştı." -Nadir kuş, çocukluğumdan beri görmemiştim böyle rengarenk serçelerden." Yüreğinde bir heyacan duydu, ayağa kalktı. Çocukluğundaki gibi kuşların peşisıra koşmak istiyordu sanki. Hatıraları da o kuşla gökyüzünde kanat çırpıyordu. "-Alaca serçe. Hey Allahım, şu işe bak hele, dağda bayırda zor rastladığım serçe, bu parkta ha!". Kuşu takip ederken, kuşun dallar arasında bir yuvaya yaklaştığını gördü. Yüreği pırpır etti. Yuvada da bir dişi kuş vardı. Sanki, ağzında yemle gelen erkek kuşu karşılamak ister gibi sevinçle havalandı.

İhtiyar adam rahatsız etmemeye çalışarak, biraz daha yaklaştı. Onların bu sevincine ortak olmak ister gibiydi.

Yuvanın olduğu ağaca epey yaklaşmıştı, sevinçle kuşlara başını çevirmişti ki, dişi kuş göğsüne isabet eden bir taşla, acı çığlıklar atarak havada çırpınmaya başladı.

İhtiyar adam, kalbinin sıkıştığını, gözlerini yaşardığını hissetti. Kuşun çırpınarak gittiği yöne koştu. Kuş, parkın ortasına düşmüştü. İhtiyar adam yaşaran gözlerini silmeye çalışırken, erkek kuş çırpınarak ölen dişi kuşun yanına kondu.

Her zaman insanlardan kaçan erkek kuş, o anda yakındaki insanları görmüyor gibiydi. Eşinin yanına inmiş, bağırarak onu uyarmaya çalışıyor. Öldüğüne inanmıyormuş gibi sanki "Kalk insanlar geliyor" diye bağırıyordu.

Kuşun bağırışlarına toplananlar, saygı ve acı dolu bir şekilde uzakta durdular. Ortalıkta kuşun feryadından başka ses duyulmuyordu. Kuş gagasıyla eşini kaldırmak istiyor, itekliyor, çekiştiriyor, bağırıyordu.

Yaşlı adam torunuyla, oğlunun koşarak ağaçların arasından çıktıklarını gördü. Yüzlerinde ilk gördüğü gülüş ve torununun elindeki sapan herşeyi anlatıyordu. uzandı sapanı alıp, kırdı. oğluyla torununu ağlayan serçeyi görmeleri için, öne doğru itekledi. Torununa hiç bir şey söylemedi ama gözü yaşararak oğluna söylediklerini, torununun da duyacağı yükseklikte söyledi;

-Eşini kaybeden şu kuşun feryadını dinle önce, sonra da yuvada açlıktan ölecek yavruları düşün ve azcık vicdanın varsa utan. Çünkü ben senin bu yaptığından utandım.

Şımarık torun,  dedesinin ilk defa ağladığını görüyordu. Erkek kuşun feryadları karşısında kendisi de, belki ilk defa şımarıklıktan değil, kalbinde başka bir canlı için duyduğu üzüntüden ağlıyordu.

Yazar: Ahmet Ünal ÇAM Yazılış: 20-04-2005 17:45