Faydalı Paylaşımlar..

11 Haziran 2015 Perşembe

VEFA’NIN SIRRI

14:29:00 Posted by Mücahid Reis No comments

– Haydi, oğlum Vefa daha hazırlanmadın mı? Çıkmak üzereyiz!
– Anne, ben oraya gelmek istemiyorum!
– Niçin evladım?
– Sadık’la pek yıldızım barışmıyor?
– Aa niye ki?
– Ne bileyim! O çok sessiz. Okulda teneffüslerde bile pek kimseyle konuşmuyor. Ancak bir şey sorulursa cevap veriyor. Oyunlarımıza katılmıyor. Ben şimdi onlara gelip, onunla ne konuşacağım!
– Haydi, haydi. Hiç öyle şey olur mu? Sadık çok akıllı ve efendi bir çocuk.
Vefa ve ailesi Sadık’lara gittiler. Vefa ve Sadı’ğın annesi ahret kardeşiydiler ve sık sık görüşürlerdi. Vefa ise Sadık’lara belki bir yıldır gitmemişti.
Güler yüzlü, hoş sözlü karşılamanın ardından ikramlar geldi. Muhabbetler tazelendi.
Ogün Vefa’nın gözüne Sadık, sanki biraz daha küçülmüş gibi geldi. Benzi daha bir soluktu. İkisi yaşıtlardı ama görenler aralarında en az iki yaş fark var zannederlerdi.
Az sonra Vefa ve arkadaşının davetiyle odasına geçti.
Odadaki eşyaların tertibi ve uyumu Vefa’nın çok dikkatini çekti. Çalışma masası, bilgisayar, kitaplık, bir takım özel eşyalar, her şey yerli yerindeydi. Hâlbuki Vefa’nın odası, ancak annesinin topladığı günlerde bu kadar düzenli olabiliyordu. Masanın önündeki duvara asılı bir el yapımı bir tablo Vefa’nın dikkatini çekti. Sıra sıra çiçekler vardı. Çiçeklerin yaprakları yeşil renge boyanmış az bir kısmı ise sarı renkteydi. Alt sıradakiler ise boyanmamıştı.
– Sadık, bu tablo nedir? Sen mi yaptın?
– Hı, hı!
– Çiçekleri çok güzel çizmişisin ama hepsini boyamamışsın!
Sadık biraz sıkılmış gibiydi. Pek cevap vermek istemedi. Ama Vefa da oldukça meraklıydı.
– Resminin, çiziminin bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum?
– O bir tablo değil! O bir çetele!
– Çetele mi? Nasıl yani?
Sadık boynunu büktü. Bir süre öylece sessiz kaldı. Sonra başını kaldırıp,
– Bu benim sırrım! Ama çok öğrenmek istiyorsan sana anlatayım.
– Çok merak ettim!
– Fakat aramızda kalacak. Bunu annem babam bile bilmiyor. Bir de senden bir söz vermeni istiyorum. Bu sırrımı öğrendikten sonra bana karşı davranışların değişmeyecek!
– Tabii ki söz veriyorum!
Vefa neyi öğrenmek istediğinin farkında değildi. Tutulması çok ağır bir söz vermişti.
– Sadık anlatmaya başladı. Bundan altı ay kadar önceydi. O gün yine hastaneden gelmiştik. Akşam da babam geldi. Doktora tahlil sonuçlarını göstermişti. Merakla babamın vereceği cevabı bekliyorduk. Hele annemin yüreği yerinden fırlayacak gibiydi. Babam çok kısa konuştu. “Ümitliyiz inşallah. Şifa Allah’tan. Doktor ne gerekiyorsa yapılıyor.” dedi. Cevap annemi tatmin etmemişti ama babam “Şimdi bunları bırakın da yemek yiyelim” deyince annem de ses çıkarmamıştı. Ben de hastalığımın kötü gittiğinin farkındaydım. O gece odama biraz erken çekildim. Sonuçları ben de merak ediyordum ama annemin ve babamın benim yanımda konuşmak istemediklerini anladım. Odamın kapısını hafif aralık bıraktım. O gece annem ve babam sabaha kadar uyumadılar. Ve öğrendim ki ben bir ilik kanseri hastasıyım.
Vefa hayretler içinde,
– İlik kanseri mi?
– Evet, o gece boyunca anneciğimin gözyaşları içince “Şimdi benim Sadıkcığım’ın sadece bir yıl mı ömrü kalmış” diyerek sessiz iniltilerini dinledim.
Vefa allak bullak olmuştu. Yüzü kızardı. Dili dolandı. Kekeleyerek,
– Sen ne diyorsun? Bir yıl mı?
– Bu olayın üzerinden tam altı ay geçti. O gün şöyle düşündüm ve karar aldım. Rabbim her canlı gibi bana da bir ömür verdi. Eğer yaşarsam önümde bir yıl vardı. O gece, Peygamber Efendimiz’in hayatından babamın anlattığı bir olayı hatırladım. Kendisine hizmet eden bir sahabesine Efendimiz sormuş sana bir şey vereyim, benden ne istersin diye. O da sizinle Cennet’te beraber olmak istiyorum demiş. Efendimiz ona benden çok büyük bir şey istedin, başka bir şey istesen olmaz mıydı, deyince o, yine Efendim, ben sadece Cennette sizle beraber olmak istiyorum, demiş. Efendimiz de ona demiş ki: Öyleyse sen de bu dileğine kavuşmak için bana yardımcı ol ve çok namaz kıl! İşte ben tam altı aydır bunu yapıyorum. Ben de o sahabi gibi, öldükten sonra Peygamber Efendimizle cennette beraber olmak istiyorum. Bunun için namazlarımı hiç aksatmadan kılıyorum. Bu gördüğün tablo da ki çiçekler de benim Allah Resûlü ile beraber gezmeyi arzu ettiğim Cennet’in çiçekleri.
Vefa çıt çıkarmadan Sadığı dinliyordu. Sadık devam etti.
– Tabloda yukarıda boyalı gördüğün yedi çiçek haftanın günleri. Her çiçekte gördüğün beş yapraktan yeşil boyalı olanlar zamanında kıldığım namazları, sarı boyalılar ise kazaya kalan namazlarımı gösteriyor. Ve şu an tablonun tam yarısında yani yirmi altıncı haftadayız…
O gece Vefa saklanması çok ağır bir sır öğrendi. Ve cennet çiçeklerinin rengini… Bir de cennetin anahtarı olan peygamber sevgisini…
O günden sonra Vefa’nın da bir sırrı vardı. Onunda çalışma masasının tam önünde duran bir tablo duruyordu. Tabloda da cennet yeşil rengi çiçekleri… Ve bu tablonun yirmi altıncı haftasının ilk çiçeğinde cennet yeşili yapraklar ortasında bir tozpembe bir nokta vardı.
Bu, cenaze namazını gösteren ilk ve tek pembe noktaydı.
Kaynak: Anonim

Nasihat Çekme Hastalığı

13:56:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Son günlerde müthiş bir hastalığa tutulmuştum. “Nasihat Çekme Hastalığı.”
Çevremdekilerin hâl ve hareketlerinden konuşmalarına ve hatta kıyafetlerine kadar her şeylerine bir kulp takıyor ve çektiğim nutuklarla, onların hayatına yön vermeye çalışıyordum.
O gün otobüste rastladığım çocukların da sözlerimden mahrum kalmamalarını istemiştim. Her ikisinin de 7-8 yaşlarında olduğunu tahmin ediyordum. Önümdeki koltuğa anneleriyle birlikte oturmuşlar ve çantalarına sıkı sıkıya sarılmışlardı.
Birisinin bana doğru bakmasından istifade ederek:
- Merhaba delikanlı, dedim. Herhalde okula gidiyorsun. Söyle bakalım İslâm’ın şartı kaç?
Çocuk tepeden inme bu soru karşısında ne diyeceğini bilememiş ve yüzüme şaşkın şaşkın baktıktan sonra başını öne eğmişti. Belli ki böyle bir şeyden haberi bile yoktu.
Bu sefer diğerinin omzuna dokunup:
- Kardeşin sorduğum soruyu bilemedi, dedim. Peki sen Peygamberimizin ismini biliyor musun?
O da cevap verememiş ve üstelik hiç aldırmamış gibi görünerek, kardeşi ile birlikte gülüşmeye başlamıştı.
Can sıkıntısıyla annelerine dönüp:
- Çocukların bu kadar boş yetişmelerinden üzüntü duymalıyız, dedim. Üstelik okula da gidiyorlar değil mi?
Kadın hüzünlü bir ifadeyle:
- İki yıldır getirip götürüyorum, dedi. Ama sorularınıza cevap verebileceklerini zannetmiyorum.
Sesimi biraz daha yükselterek:
- Bu basit bilgileri okulda öğrenmeseler bile sizin vermeniz gerekirdi, dedim. Memleketin geleceği onlara bağlı öyle değil mi?
Kadın, herhalde suçunun büyüklüğünü anlamış ve bir şeyler diyecek gibi olmasına rağmen, susmayı tercih etmişti. Birkaç durak sonra otobüsten indi ve çocukların ellerinden tutarak, okul olduğu anlaşılan bir binaya doğru ilerledi.
Otobüs camının buğusunu silerek, girdikleri kapının üzerindeki yazıyı okudum.
“Sağır ve Dilsizler Okulu” yazıyordu.
Kaynak : Cüneyd Suavi Hayatın İçinden Hikâyeler