Faydalı Paylaşımlar..

21 Şubat 2014 Cuma

Halife görmüyor peki Allâh da mı görmüyor?

14:37:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Bir gece vaktiydi. Hz. Ömer (ra), mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir tartışma sesi dikkatini çekmişti. Bir ana, kızına:

“–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi.
Kız ise:

“–Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi.
Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:

“–Kızım, gecenin bu saatinde halîfe süte su kattığımızı nereden bilecek?!.” dedi.

Ancak gönlü Allâh sevgisi ve korkusu ile dipdiri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabullenmedi:

“–Anacığım! Diyelim ki halîfe görmüyor, peki Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen Kâinâtın Hâlıkı Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.

Rabbânî hakîkatlerle dolu temiz bir vicdan ve diri bir kalbe sâhip olan bu kızın, derûnî bir Allâh korkusu içinde annesine verdiği cevap, Hz. Ömer (ra)’ı son derece duygulandırdı. Mü’minlerin Emîri, onu sıradan bir sütçü kadının kızı değil, gönlündeki takvâsı ile müstesnâ bir nasip bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Beşinci halîfe olarak zikredilen meşhur Ömer bin Abdülazîz, işte bu temiz silsileden doğdu.

| Kaynak: İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 203-204

BİRİ BENİ GÖZETLİYOR

14:09:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Sahabenin ileri gelenlerinden Muaz bin Cebel Hazretleri, Hazret-i Ömer devrinde zekat memurluğu vazifesiyle çalışıyor, kabileleri dolaşıp onların verdik­leri zekatları toplayarak Halifeye getiriyordu.

Muaz, yine bir gün, Medine civarındaki kabilele­ri dolaşıp onların zekatlarını almış, Halifeye teslim etmiş ve sonra da evine dönerek istirahata çekilmiş­ti.

Muaz'ın hali fakirceydi. Bu fukaralık, bazan ha­nımının canına tak ettiği oluyordu. Kocasının eve eli boş geldiğini görünce, ona şu şekilde sitem etmeye başlamıştı:

- Günlerdir çöllerde dolaşıp duruyor, halkın zen­ginlerinden zekatlarını topluyorsun. İnsan, bu arada kendine de birşeyler ayırır, eve getirir. Kim bilecek, kim duyacak?

Muaz, hanımının sitemine şu karşılığı verdi:

- Bunu nasıl yapanın hanım? Peşimde her an gözcü var. Biri beni gözetliyor.

- Ne söylüyorsun bey, demek sana Allah'ın Resu­lü itimad etti, Ebû Bekir itimad etti de, Ömer itimad etmeyip peşine gözcü koydu, seni gözetletiyor ha?.. Şimdi ben ona gösteririm...

Kadın hışımla gitti, Halifenin huzuruna çıkarak kocasının peşine niçin gözcü koyduğunu sordu.

Fakat Halifeden, kesinlikle böyle bir durumun olmadığını öğrenince, mahcup olarak geri döndü. Bu sefer de kocasına çıkıştı:

- Beni Halifenin huzurunda mahcup düşürmeye ne hakkın var? Neden yalan söylüyor, Halife peşime gözcü koydu, diyorsun?

Muaz, karısına şu manalı cevabı verdi:

- Hayır hanım, yalan söylemiyorum. Ben, peşim­de gözcü var, biri beni gözetliyor, dedim. Fakat o göz­cüyü Halife peşime takti demedim. Peşimdeki gözcü, Halifenin değil, Allah'ın gözcüsü idi. Allah'ın Kirâ-men Kâtibin melekleri, iyi kötü herşeyi yazıp kaydet­miyorlar mı? Allah her yaptığımız işten haberdar de­ğil mi? O'nun ilminden kaçmak, bilgisinden uzak kalmak mümkün mü? Zerre kadar hayrın da, zerre kadar şerrin de yarın ahirette hesabı sorulmayacak mı?

Muaz'ın hanımı, bu cevab üzerine derin derin düşünceye daldı. Fakirliğin verdiği sıkıntı ile nasıl yanlış düşüncelere saplandığını anladı. Kocasına hak vererek, ona bir daha bu konuda sitem etmeme­ye karar verdi.

Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s. 105

19 Şubat 2014 Çarşamba

HZ. ÖMER’İN YANGINI SÖNDÜRMESİ

15:24:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Hz. Ömer döneminde bir yangın çıktı bu o kadar şid­detli bir yangındı ki ateş taşları bile kuru odun gibi rahat­lıkla yakıyordu.

Yangın çok büyüktü ve her an daha da büyüyordu. Yangın büyüdükçe büyüdü; evleri, yapıları hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını tutuşturmaya başladı.

Kısa bir sürede alevler şehrin yarısını sardı: Artık su kâr etmiyordu. Halk ateşe kova kova su ve sirke döküyordu, fakat nafile. Yangını söndüremeyen halk Ömer'e koşmaktan baş­ka çare bulamadı.

"Ya halife yangını söndüremiyoruz, bize yardım et." diye yalvardılar.

Hazreti Ömer işin aslını ve sırrını biliyordu.

"O yangın Allah'ın (c.c.) alâmetlerindendir. Sizin cimri­lik ateşinizin bir şulesidir. Yangına su serpmeyi bırakın cö­mertlik edip fakirlere, yoksullara yardım edin, yiyecek içe­cek dağıtın, cimriliği bırakın." dedi.

Bunu duyan halk itiraza başladı:

"Biz cömert insanlarız fakirleri doyuruyor yoksullara yardımda yarışıyoruz." dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

"Siz âdet hâline getirdiğiniz İçin yoksula yardım edi­yorsunuz, Allah (c.c.) rızası için değil. Sizin derdiniz, mak­sadınız, övünmek, gösteriş yapmak. Yoksa siz Allah'ın (c.c.) rızasını gözetmiyorsunuz. Bunu terk edin ki Rabbim size merhamet etsin." buyurdu.

• Dış alemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider.

Kaynak:Mehmet Zeren, Nil Yayınları, Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler s. 55

DAİMİ NEŞE

15:14:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Ma’ruf-i Kerhi Hazretleri, bir gün Dicle’nin kenarında talebeleriyle oturuyordu. Nehrin üst tarafından bir kayığın geldiğini gördüler. Kayıktakiler içki içiyor, naralar atıyor, neşe ile gülüyorlardı. Talebeleri bu manzara karşısında üzüldü, sinirlendiler:

-Dua buyursanız da şu kötü insanlar boğulsa ve Müslümanlar da şerlerinden emin olsa, dediler. Hocaları ellerini açtı ve:

-Ya Rabbi! Şu kayıktaki kullarının neşelerini daim eyle, diye niyaz etti. Talebeleri bu duadan bir şey anlamamıştı. “Sabredin” dedi.

Biraz sonra kayık onların hizasına geldiğinde Hz. Ma’ruf’u gördüler. Hallerinden çok utanıp, bin pişman oldular:

-Bağdat’ın imam ve zahidi Ebu Mahfuz Hazretleri meğer bizi görüyormuş, dediler. İçkilerini döktüler ve çalgı aletlerini kırdılar. “Bizleri affeyle Ya şeyh!...biz de bütün yaptıklarımızdan tövbe ediyoruz” dediler. Ma’ruf-i Kerhi, talebelerine:

-Gördünüz mü ne boğuldular, ne de Müslümanlara zarar verecek halleri kaldı.

Onlar hep af yolunu, güzellikle ıslah yolunu tercih ediyordu. İnsan kardeşlerine karşı şefkatliydiler. Tövbe etmese idiler neşeleri daim olmayacak, burada zahiren kısa bir müddet neşeli görünseler de ahirette devam etmeyecekti. Tövbe ile o anda gülen insanlar ebediyen neşeli olabilecekleri bir yola girdiler.

KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 143

DAVAYI ÇÖZEN ŞEFKAT

15:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Süleyman Peygambere (as) bir gün kendisine iki kadın geldi. Yanlarında henüz konuşamayacak kadar küçük bir de çocuk vardı. Biri derdini şöyle anlattı:

-“Ey Allah’ın aziz peygamberi: Ben kırda çalışırken oğlumu beşiğine yatırmış uyutmuştum. Az sonra şu kadın geldi. Çocuk benimdir diye bağırmaya başladı. Halbuki, onun çocuğunu çalılıklar arasından gelen bir kurt kapıp götürmüş. Şimdi benim çocuğuma sahip çıkıyor.” Süleyman (as) kadını dinledikten sonra ötekine söz verdi. O da şöyle dedi:

-“Ey Allah’ın resulü, bu kadın yalan söylüyor! Asıl kurdun kaptığı onun çocuğudur. Kalan ise benim yavrumdur. Şimdi o benim yavruma sahip çıkıyor.”

Süleyman (as) karar verdi. “Bana büyük ve keskin bir kılıç getirin.” Adamları istediğini hemen getirdiler. Kılıcı aldı çocuğa doğrulttu.

-“Madem ki, çocuğu bölüşemiyorsunuz, ortadan ikiye ayırayım yarısını biriniz, yarısını da diğeriniz alın. Böylece dava halledilmiş olsun.” Kadının biri hemen razı oldu:-“Pekiyi, öyle olmasını isterim.” Öteki kadın ise feryadı bastı:

-“Ey Allah’ın resulü, buna can mı dayanır! Ben istemiyorum. Çocuk tek onun olsun. Yeterki ona dokunulmasın.” Süleyman (as) son sözünü söyledi:

-“Anne bulunmuş, çocuğun kime ait olduğu bilinmiştir. Alın götürün kıskanç kadını.”

Ve çocuğu ona dokunulmasın diyen kadına verildi.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 68

HZ. MUSA VE GÜVERCİN

14:46:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Musa (as) bir gün Allah’a şöyle yalvarır: - “Büyük Allah’ım, bana öyle bir yol göster ki sevabı çok olsun. Onu yaptığımda seni sevindireyim.” Rabbimiz tarafından bir ses gelir. “Ya Musa, bizi sevindirmek istiyorsan bütün canlılara karşı merhametli ol. Onlara acı ve onları koru.” Musa (as) secdeye kapanır. “Ya Rabbi! Sana söz veririm ki, merhametli olacağım. Bütün canlıları kendimden çok seveceğim.” Melekler Musa (as) duyunca hayret ederler. Bunu anlayan Rabbimiz meleklerine “benim peygamberim sözünü tutar” der. “beni memnun etmek için her şeyi yapar. İsterseniz Musa peygamberi imtihan edelim”

“Nasıl Ya Rabbi” –“Ey Mikail meleğim, güvercin şekline girip kaçmaya başla. Ey Cebrail meleğim sen de şahin olup onu kovala.” Allah’ın emrini aynen uygularlar.

Derken güvercin şekline girmiş olan Mikail Hz. Musa’nın evinin kapısına dayanır. “Ya Musa, ey Allah’ın peygamberi, kapıyı aç.” Hz. Musa (as) seccadesinden kalkıp kapıyı açar. Karşısında bir güvercin, arkasında da hızla yaklaşan bir şahin görünce şaşırır. “Bu ne haldir?” diye sorar. Güvercin:

-Ey Allah’ın peygamberi, şu peşimden gelen şahin beni parçalamak istiyor. Halbuki yuvada bekleyen yavrularım var. Beni koru.” Musa (as) güvercini içeriye alır ve saklar. Ardından şahin çıkagelir, kapıya dayanır:

-“Güvercinimi isterim ey Allah’ın peygamberi, o benim rızkımdır. Yuvamda çocuklarım aç bekler. Onu yakalayıp karınlarını doyuracaktım.” Hz. Musa ikisinin de haline çok üzülür.

-“Gel ey şahin bu güvercinden vazgeç, sana kendi etimden vereyim. Sen de ye, yavrularına da götür.”

-“Nereden vereceksin?” Kolunu uzatır.

–“Şuramdan. Bir kısmını kendin yer, bir kısmını da yavrularına götürürsün. Böylece güvercin de kurtulup yavrularına kavuşur.” Bu büyük fedakarlık iki büyük meleği dahi hayrete düşürür…

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 46

MARANGOZUN PİŞMANLIĞI

09:04:00 Posted by Mücahid Reis No comments


"Yapabileceğinden daha fazlasını yapamayacak biç kimse yoktur." (Henry Ford)

Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. Yanında çalıştığı müteahhite; yapmış olduğu ahşap ev inşa işini bırak­mak, eşi ve çocukları ile birlikte daha rahat, daha huzurlu bir hayat sürme isteğinden bahsetti.

Müteahhit, yıllardır birlikte çalıştığı emektar marangozu­nun işi bırakma isteğine oldukça üzüldü. Fakat ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti.

Marangoz, bu son olsun diye istemeye istemeye teklifi kabul etti ve işe girişti. Ne var ki gönlünün yaptığı işte olma­dığı her halinden belliydi. Bundan dolayı baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Ömrünü verdiği mesleğine böyle bir eserle son vermek ne büyük talihsizlikti!..

Marangoz, ev bittiğinde müteahhite teslim etmek üzere kendisini çağırttı, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Şöyle bir baktıktan sonra dış kapının anahtarını marangoza uzattı.

"Bu ev senin." dedi, "Yıllardır süren emeklerinin karşılığı sana benden hediye." Marangoz şoka girdi. Ne kadar utan­mıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O za­man onu böyle yapar mıydı!

Unutmayın! Herkes kendi hayatının maran­gozudur. Herkes gün be gün kendi hayatını inşa eder; bir çivi çakarak, bir tahta koyarak veya duvar dikerek... Evet bugün aldığınız kararlar, ortaya koyduğunuz davranışlar, sarfettiğiniz sözler, yaptığınız tercihler yarın yaşayacağınız evin malzemeleridir. Elinizden gelenin azını değil, fazlasını yapın ki o evin içinde uzun yıllar huzurla yaşayabilesiniz.

Kaynak:İbrahim Refik, Hayatın Renkleri, Albatros Yayınları, İstanbul 2001, s.151

7 Şubat 2014 Cuma

HZ. İSA’YA (AS) SORULAN SORU

12:21:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Akıllı, gönlü açık biri İsa aleyhisselam'dan:

"Âlemde her şeyden daha sarp daha güç olan nedir?" diye sordu.

Hz. İsa (a.s) gülerek cevap verdi:

"Ey uyanık ve akıllı er, dünyada en sarp ve en güç şey Allah'ın (c.c.) gazabıdır. Çünkü o gazaptan cehennem bi­le su gibi erir, titrer." buyurdu.

Bunun üzerine adam şöyle sordu:

"O zaman Allah'ın (c.c.) bu şiddetli gazabından nasıl korunup kurtulmalı?" dedi.

Hz. İsa (a.s):

"Kızdığın zaman kızgınlığına, hırsına yenilmemekle bundan korunabilirsin.

Kötü kişiler bu hırsın ve kızgınlığın madeni gibidir. Kö­tü kişinin kızgınlığı en vahşi hayvanın kızgınlığından daha beterdir. Allah'ın (c.c.) gazabından korunmak için kızgın­lıktan sakın." dedi.

Kaynak:Mehmet Zeren,Mesnevi’de Geçen Bütün Hikayeler, Nar Yayınları, İstanbul 2006 s.173

ŞEYH VE PADİŞAH

12:03:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Bir padişah bir şeyhe bîr gün: "Benden bir şey dile." dedi. Şeyh cevap verdi:

"Ey padişah bana bunu söylemekten utanmıyor mu­sun? Hele biraz daha yüksel de öyle konuş. Benim iki kö­lem var, onlar çok basit kimseler oldukları hâlde her gün sana hükmederler, emrederler" dedi.

Padişah bundan dolayı kızdı:

"Ey Şeyh bu sözün hatalı bir söz, kim bana emredebi­lir, o dediğin kişiler kimlerdir, söyle!" dedi.

Şeyh gülerek cevap verdi:

"Sana emreden kölelerimden biri kızgınlık, diğeri şeh­vettir." dedi

Kaynak:Mehmet Zeren, Nil Yayınları, Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler s. 75