Faydalı Paylaşımlar..

4 Temmuz 2015 Cumartesi

ŞEYTAN VE NEFİS BİZİ NASIL ALDATIR?

20:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Hem ilmi, hem.de ameliyle zengin bir insanı müflis hâle getiren duygu hangi duygudur? Belki bu sualin ce­vabını nefsinizde veriyorsunuzdur. Ancak size bir ibretli olay arzedeceğim. Göreceksiniz ki, hepimizi amelimizde iflas beklemektedir. Şayet dikkat etmez, ihlâsa sahip olmazsak. İbretle okuyacağınız olay şu:

Ebu Hasan Müzeyyin adında bir ihlaslı zat, gece gündüz Kabe hasretiyle yanıp tutuşmaya başladı. Ne yapıp edecek, mutlaka Beytullah'ı ziyarete gidecek, sonra da Resûlüllah'ın merkadine yüz sürecekti. Bu dayanılmaz arzusuna mukabil, tâ Horasan'dan kalkıp da bu kadar yolu aşacak ne bineği vardı, ne de parası. Ama bu yoklara mukabil bir şeyi vardı, o da aşkı, şev­ki ve azmi. Rabbimiz gönlüne bunu ilham etmişti. Yanıp tutuşuyordu.

Rabbımızın lütfettiği bu aşk, şevk ve azimle düştü yollara.

Günlerce aç, susuz kaldı, yoruldu, ezildi, büzüldü, ama azminden zayiat vermedi, nihayet Mekke'ye vardı. Hayretler, hasretler içerisinde Harem'e girdi, Kabe'yi ta­vaf etti, gidip zemzemden kana kana içti..

Artık şöyle bir köşeye çekilip nefes almalı, Rabba şükretmeliydi. Nitekim altın oluğun karşısına oturup de­rinden derine saadetli bir nefes aldı. Kabe'yi seyre daldı. Düşünüyordu:

— Neydi o haftalar süren yaya çöl yolculuğu, açlık, susuzluk ve yorgunluk?..

Bunları bir bir hayal ettikten sonra kalbine bir büyüklük duygusu geldi. Kendi kendine söylenmeye başladı:

— Bravo Ebu Hasan! Sen ne kadar da kuvvetli, kudretli   adammışsın!   Bunca   engele,   zorluğa, imkânsızlığa rağmen çölleri aştın, vahaları taştın, nihayet Kabe'ye ulaştın..

Bu düşünceler içinde iken karar verdi. Ben büyük adamım vesselam.

Ebu Hasan Müzeyyin kendini böylesine güçlü, kuvvetli, büyük adam olarak görmeye başladığı anda öteden birinin sesi geldi kulağına. Ses şöyle diyordu:

— Hey Ebu Hasan Müzeyyin! kendine gel kendine. Bunca yolları, vahaları sen aşmadın, sen taşmadın. Rabbin sana bu aşkı, şevki verdi de onunla çölleri aş­tın, vahaları taştın, Kabe'ye ulaştın. O, bu aşkı vermese, bu şevki lutfetmeseydi, başkaları gibi sen de yerinden kımıldayamaz, kendinde bu kuvvet ve kud­reti bulamazdın! Sen sadece istedin, arzu ettin, hepsi o kadar! Hissen istemenden ibarettir.

Birden irkilen Ebu Hasan Müzzeyin bakar ki, biraz ötede büyük veli Ebu Bekir Kettanî tebessümle kendine bakıyor.

Hemen kalkar, hürmetle yanma yaklaşır, elpençe di­van durur. Haremin Meşalesi denen bu büyük zat, sözle­rini şöyle tamamlar:

— Dikkat et, şeytan seni amelinle ucbe düşürmek istiyor, aldanıp da enaniyete kapılma, benlik duygu­suna girme! Toksa haccın gider.

Evet, kimse ameliyle övünmesin, hizmetiyle ucbe dal­masın. Gayret ve azmiyle gurura kapılmasın. Nefsinde özel bir fazilet ve meziyyet vehmetmesin. Kulun hissesi, meyilden ibarettir.

Buyurun birlikte okuyalım Rabbimiz'in kudsî ikazını:

— Sendeki iyilikler Allah'tan, kötülükler de nefsindendir! Senin iyilikten hissen, sadece meyil ve arzu...

Kaynak:Ahmed Şahin, Olaylar Konuşuyor, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.109

Padişah, Kulumun Kulu

03:48:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Devrin birinde padişahın biri Ramazan ayı geldiği vakit, İkin­diden sonra akşama kadar davulcuların şenlik yapmalarını ve çalgılar çalmalarını emrederdi. Bununla hem günün tez geçme­sini ve hem de açlığın tesirini anlamamasını sağlamak, isterdi.

Çünkü oruç ekseriye ikindiden sonra insana şiddetle tesir eder. İşte yine bir Ramazan ayında padişah oruçtan fazla incinmemek için bu şekilde emretmişti. Bir gün böyle vaziyette iken oradan bir kâmil zat geçer. Bakar ki çalgılar çalınıyor, davullar vurulu­yor, adeta kıyamet kopuyor. Kendi kendine; “Şu kötülüğü kaldır­malıyım ve bu padişahı bu gafletten uyarmalıyım. Çünkü bu an if­tar anıdır. Rahmet ve mağfiretin coştuğu bir zamandır. Bu zaman da bu çeşit hareketler Müslümanlara yakışmaz” der.

Padişahın sarayına gider, çalgıları susturmak ve neşelerine son vermek ister. Padişah da onu o anda saraydan seyreder. Padişah ihtiyarın yakalanmasını emreder, adamı huzuruna çağır­tır ve kendisine şöyle sorar:

-Şu münasip olmayan işi niçin işledin?

İhtiyar:

-Bu iş kötü bir iştir. Biz kötü işleri kaldırmakla memuruz der.

Padişah:

-Benden korkmadın mı?

İhtiyar;

-Senden bana gelecek olan şeye sabrederim.Nitekim Allah Kur'an'da "sana gelen şeye sabret" buyurdu. Ben senden asla korkmam. Çünkü sen kulumun kulusun.

Padişahın etrafındakiler:

-Bu adam aklını kaybetmiş, diye fısıldamaya başladılar.

İhtiyar:

-Hayır, ben aklımı kaybetmedim. Bi­lakis, hakikatte o, kölemin kölesidir. Sen kölemin kölesisin. Çünkü insanlar iki kısımdır:

Birincisi; nefsi mağlup, kendisi galip olandır ve nefsini istediği tarafa çevirebilir.

İkincisi ise: Nefsi kendisine galip ve üzerine amir kimsedir.

Ey padişah! Şimdi düşün, sen bunların hangisindensin?

Padişah:

-İkincisiyim, der.

İhtiyar:

-Nefis kulumdur, sen de nefsin kulusun. Yani sen ku­lumun kulu oldun, der.

İhtiyarın bu sözleri üzerine padişah son derece müteessir olarak derhal tövbe edip pişman olur. İhtiyara da birtakım ik­ramlar da bulunur.


Kaynak: İsmail Özcan,Kıssadan Hisseler.