Faydalı Paylaşımlar..

23 Temmuz 2013 Salı

İçi Bozulmuş Çilek

13:51:00 Posted by Mücahid Reis , , , , , No comments

Nisan ayı gelmişti. O gün kurulan pazar, bir öncesine göre çok renkliydi. Kış ve yaz sebzeleri, aynı tezgaha yan yana konulmuş, küçüklerin gözleri, yeni çıkan meyvelere kilitlenmişti. Bir çok insan, eski ağza yeni tad peşindeydi. Pazarın önünden geçmekte iken, o renk cümbüşüne dayanamadım. Sonunda ben de katıldım kalabalığa. Sağa sola bakarak dolaşırken, tanıdığım bir pazarcıya rastladım. Önündeki tezgahta, dağ gibi yığılmış çilekler vardı. Her biri bir yumruk gibiydi sanki. Çocukların ağzına sığması mümkün değildi. Renkleri de bayraktan kırmızıydı. Adam, sigaradan ötürü çatlak çıkan sesiyle: “Bursa’nın bunlar!” diye bağırıyordu. “Her yerde var, vallahi böylesi yok!”

Yaklaşıp selam verdim. Uzun zamandan bu yana görüşmüyorduk. Beni hemen tanıdı. İzmit’te ne aradığımı, neler yaptığımı ve çocukların okul durumlarını sordu. Hemen yanında duran bir çocuğu, çay söylemesi için gönderirken: “Bu da benim oğlan” dedi. “Okumayı bırakınca tam bir serseri oldu. Hiç olmazsa pazarcılık öğren diyorum ama, aklı fikri sadece şeytanlıkta”.

Çocuğun arkasından tekrar bakıp: “Çok efendi görünüyor” diye itiraz ettim. “Öyle değil mi?”

“Uzaktan bakınca öyle görünür” dedi. “Ama içi, ne yazık ki çok bozuk.”

Bir babanın oğlu için söylediği bu sözler, ağırıma gitmişti. Acaba suç kimde?’ diye düşünmekteyken, tezgaha yaşlı bir kadın yanaştı ve elindeki poşeti adama uzatarak:

“Bu çilekleri biraz önce sizden almıştım” dedi. “Eve gittiğim zaman, hepsinin ham olduğunu fark ettim. Üstelik de zeytin gibi küçücük. Tezgaha koyduğunuz çilek yığını, uzaktan bakınca çok güzel görünüyor. Ama içi, ne yazık ki çok bozuk.”

Adamın yanında fazla kalmadım. Ayrılırken yine bas bas bağırıyordu: “Her yerde var, vallahi böylesi yok!”

Kaynak: Cüneyd Suavi, Zafer Dergisi, 2005.

Annesine kızan bebek!


Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en canayakın kız çocuğuydu. Onun ipek yanaklarını daya doya öpmek ve Cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde: “Dokunma bana…” diye bir ses duydu. “Beni okşamaya hakkın yok senin.”Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı. Bebekle kendisinden başka içer de kimse yoktu. Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü. Aman Allahım! Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu.

- ‘Bana yaklaşmanı istemiyorum’ diye devam etti. ‘Hemen uzaklaş benden.’ Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:


- ‘Çocuklarımız hep erkek oluyor’ dedi. ‘Onlar da güzel ama kız çocukları başka. Bu yüzden seni öpmek istedim.’


- ‘Beni öpemezsin’ diye ağlamaya başladı bebek. ‘Benim de seni öpemeyeceğim gibi.’


- ‘Neden?’ diye sordu kadın. ‘Neden öpemezsin ki?’ Bebek, hıçkırıklara boğulurken:


- ‘Bunun sebebini bilmen gerekir’ dedi. ‘Düşünürsen mutlaka bulacaksın.’

Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi. Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu. Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:

- ‘Geçmiş olsun hanımefendi’ dedi. ‘Başarılı bir kürtajdı doğrusu. Ha! Sahî, kızmış aldırdığınız çocuk.’

Kaynak: Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden Hikâyeler.