Faydalı Paylaşımlar..

27 Aralık 2013 Cuma

İMDAT SİNYALLERİNDE Kİ MÜJDE

13:28:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Geçimini balıkçılıktan sağlayan Hollanda'nın ufak bir balıkçı köyü, denizde meydana gelebilecek acil durumlar için gönüllü çalışacak bir kurtarma ekibi kurarlar.

Bir gece çok şiddetli bir fırtına çıkar ve bir balıkçı tekne­si denizde mahsur kalır. Teknenin tayfaları çaresiz kalıp, çevreye SOS sinyalleri gönderirler. Köyün gönüllü kurtarma ekibi sinyalleri alır ve denize açılmak için hemen hazırlıklara girişirler.

Tüm köy halkı ellerinde fenerlerle heyecan içinde deniz kenarında toplanmış, mahsur kalan balıkçıların kurtarılmasını beklemektedirler. Kurtarma ekibi, hazırlıklarını tamamlayarak teknelerini denize indirip dalgalarla boğuşa boğuşa denize açılırlar

Bir saat sonra kurtarma ekibi sisin içinden gözüktüğünde köy halkının neşeli haykırışlarıyla karşılanır.

Kurtarma ekibi bitkin vaziyette sahile vardığında, kaptan; denizdeki kazazedelerin tümünü, teknenin alabora olma teh­likesinden dolayı alamadıklarını ve bir kişiyi denizde bırak­mak zorunda kaldıklarını anlatır.

Kaptan, çaresizlik içinde geride bıraktıkları kişiyi kurtar­mak için bir başka teknenin hemen gitmesi gerektiğini söyler. Bu sözler üzerine köyün on altı yaşındaki delikanlısı Hans, kaptana doğru ilerlemeye başlayınca annesi oğlunun elini yakalayıp oğluna yalvarmaya başlar:

"Oğlum, lütfen gitme. Baban bundan on yıl önce bir deniz kazasında öldü, ağabeyin Paul ise üç haftadır denizden dönmedi, kayıp. Hans, senden başka kimsem yok, gitme oğlum." Hans annesinin yaşlı gözlerine bakarak şöyle der;

"Anne, gitmem gerek. Herkes, 'Ben gidemem, bir başkası gitsin' derse ne olur? Anne, bu kez görev sırası bende. Sıra geldiğinde herkes üstüne düşeni yapmak zorundadır."

Hans, gözü yaşlı anasının ellerinden öper ve gecenin karanlığında gözden kaybolur. Bir saat kadar bir süre geçer, ama geçen bu süre acılı anneye bir asır gibi gelir. Sonunda tekne sisten çıkıp sahilden gözükmeye başladığında sahildekiler heyecanla tekneye seslenirler: "Kayıp denizciyi buldunuz mu?"

Cesur delikanlı heyecanla karadakilere seslenir: "Evet, bulduk. Anneme müjde verin. Kayıp denizci ağabeyim Paul'muş!"

Kaynak:İbrahim Refik,Hâdiselerin İbretli Dili, Albatros Yayınları, İstanbul 2000, s. 119

HAMALLIK YAPAN HALİFE

13:13:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Halife Hazret-i Ömer bir gece şehri dolaşırken, bir ev­den çocukları iki gündür aç olan annenin feryadını du­yar.

— Yavrularım, Allah sizin hakkınızı Ömer'den sorsun! Bu sözü işiten halife kapının Önünde titremeye başlar.

İçeriye seslenir:

— Ömer'den ne istiyorsun?

— Sen ne soruyorsun, dost musun, düşman mısın?

— Allah için, dost olarak soruyorum.

— Ömer'den şunu istiyorum: Bu çocukların babasını askere gönderdi. İki gündür çocuklarım aç, ocağım üzeri­ne tencere koydum, suyu karıştırıyorum. Yemek pişiriyo­rum diye onları avutuyorum. Dün uyutmuştum. Ama bugün açlıktan uyuyamıyorlar. Birbirlerine sarılmış hal­de sızlanıp duruyorlar.

— Peki, Ömer'e haber verdin mi?

— Neyi haber vereyim? Adamlarımızı askere almayı bi­liyor da, gerideki çocukların durumunu hiç düşünmüyor mu? İnsanlara baş olmak, başa belâ olmak mıdır? Hazret-1 Ömer ağlayarak evine koşar. Arkasına bir çu­val un eline bir teneke yağ alıp kadının evine gelirken karşısına sahabelerden bir zat çıkar.

—  Ey mü'minlerin Emiri, bu ne hal, nereye koşuyor­sun? Ver şu tenekeyi ben taşıyayım.

— Yok vermem, bunlar Ömer'in günahlarıdır. Bugün yükümü alırsın ama, yarın Allah’ın huzurunda günahla­rımı alamazsın. Bırak da ben taşıyayım.

Eve girip çuvaldan biraz un çıkarır, tencereye koyar. Sönmek üzere olan ateşi üflerken sakalının bir tarafı ha­fifçe yanar. Un çorbası pişirip çocukların kamını güzelce doyurur. Çocukların annesine de:

— Yarın mutlaka Halife'yi göreceksin der.

Kadın tanımadığı bu yabancı adamın yaptığı iyilikler­den dolayı, son derece memnun olur. Evden çıkarken ar­kasından söyle konuşur:

— Allah Ömer'in yerine başımıza seni geçirsin.

Halife Ömer hiç sesini çıkarmadan oradan ayrılır. Sa­bahleyin kadın halifenin yanına gider; bakar ki kendisine çorba pişiren zat, Halifelik makamında oturmaktadır. O zaman özür dilemeye başlar:

— Kusura bakma Ya Ömer, akşam canımın acısından size acı söyledim, sizi incittim.

— Hayır sen vazifeni yaptın. Ömer suçludur. Asıl siz hakkınızı helâl edin...

İşte onlar böyleydi..

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 62

HZ. HIZIR'IN SOHBETİNDEN MAHRUM KALAN İDÂRECİ

13:05:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Hârûn Reşîd zamanında bir zâbıta âmiri vardı. Hızır aleyhisselâm ile her gün görüşüp sohbet ederlerdi. Zâbıta âmiri bir gün vazifesinden istifâ etti. Zâhid olup insanlardan ayrı yaşamaya, kimseyle görüşmeyip tek başına ibâdet yapmaya başladı. Fakat istifâ ettikten sonra Hızır aleyhisselâm kendisine bir gün dahî uğramaz oldu. Bu duruma zâbıta âmiri çok üzüldü. Her gün sabahlara kadar Cenâb-ı Hakk'a yalvarıp, gözyaşı döktü, tevbe-istiğfâr etti. Bir gece rü'yasında Hızır aleyhisselâmı görüp yalvardı.

"Ey vefâlı dost! Ben seninle devamlı olarak sohbet etmek maksadıyla dünya makamlarından istifâ ettim. Uzlete çekilip, yalnız başıma devamlı ibâdet etmeye başladım. Böylece sana kavuşurum sandım. Halbuki tam tersine seninle artık hiç görüşemedim. Beni, mübârek cemâlinize hasret bıraktınız. Acaba bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusûr mu işledim? Bu şekilde daha ne kadar hasretinizle yanacağım?.." gibi sözlerle yanıp yakılarak ağladı.

Zâbıta âmirinin bu acınacak durumuna dayanamayan Hızır aleyhisselâm buyurdu ki: "Ey azîz dostum! Benim sana görünüp sohbet etmemin sebebi, yaptığın ibâdetler, hayır hasenâtlar değildi. Senin o mühim vazifede Müslümanların işlerini, hak ve adâlet ile idâre ettiğin için sana gelip sohbet ediyordum. Hâlbuki, sen bu kıymetli vazifeyi bırakıp, Müslümanlara hizmeti terkettin. Hattâ onları adâletli olmayan birisiyle başbaşa bıraktın. Sadece kendi şahsî kemâlâtın için bir köşeye çekildin. Kendi mânevî menfaatini Müslümanlara tercih ettin. Şimdi o adâletsiz kimse, oradaki Müslümanlara zulüm ve gayr-i meşrû işler ile elem vermektedir. Şu anda onlar sıkıntı ve üzüntü içindeler. Bunlara hep sen sebeb oldun. Elbette senin şahsî menfaatinin, Müslümanların umûmî menfaatleri yanında kıymeti yoktur. Çünkü uzlete çekilip abdest almayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir etmeyi herkes yapabilir. Fakat makâmı ile Müslümanlara hizmet etmeyi herkes yapamaz. İşte bunun için artık senin yanına gelemiyorum." Zâbıta âmiri bunları dinledikçe gözyaşları sel oluyor, bir taraftan da: "Çok doğru... Çok doğru..." diyordu. Uyanınca, istifâ etmekle ne büyük bir hatâ yaptığını anladı. Sabah olunca derhal hükümdârın huzûruna çıkıp, eski vazifesini yeniden istedi. Hükümdâr anlayışla karşılayıp, onu tekrar eski vazifesine tâyin etti.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 62

17 Aralık 2013 Salı

Bayramlık

12:04:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Bayram günü gelip çatmıştı. Çocuklarına bayramlık alacak tek kuruşu dahi yoktu. Düşünüp duruyor, içinde buruk acılar hissediyordu. Çocukların annesi akıl verdi:

-“Git, devlet reisimiz halife Abdülmelik’e durumunu anlat, sana çocuklarını sevindirecek kadar para verir.”

Nitekim öyle yaptı. Halife, çocuklarını sevindirecek kadar para verdi. Sevinç içinde parayı keseye doldurup evine geldiği sırada bir arkadaşı kapıdan seslendi:

-“Bayram gelip çattı çocuklarıma bayramlık alacak tek kuruş para yok, bana biraz yardım eder misin?” Hiç düşünmeden, halifeden aldığı keseyi uzattı:

-“Buyur kardeşim, şu kese içindeki parayla çocuklarını sevindir!” Gözlerinin içi gülerek parayı alan arkadaşı sevinçle yola çıkmak üzereydi. Kapıdan çıktığı anda bir arkadaşını buldu. Onun derdi de aynıydı:

-“Bayram geldi, çocuklara bayramlık alacak tek kuruşum yok. Seninle can ciğer arkadaşız, ne olur bana yardım et.” Kısa bir tereddütten sonra elindeki keseyi açmadan uzattı:

-“Buyur kardeşim, bu parayla çocuklarını sevindir, hiç üzülme.” Keseyi alan arkadaşının sevincine diyecek yoktu. Tesadüf buya o da karşısında sevdiği arkadaşını bulmasın mı? mahzun şekilde bekleyen bu arkadaşı istirhamını anlattı:

-“Halifeden bayramlık para almıştım. Bir arkadaşımın da parası kalmamış. Ben paramı ona verdim. Şimdi senin yardımına geldim. Bana biraz harçlık verebilecek misin?” bir iki saniye tereddütten sonra cevabını verdi:

-Hay hay, buyur. İşte içi para dolu kese, senin olsun. Biz hem arkadaş hem de din kardeşiyiz. Senin çocuklarının bayramda mahzun olmasına gönlüm razı olmaz.”

Sevinçle keseyi alan arkadaşı koşar adımla eve gelip de hanımla birlikte keseyi açınca hayretler içinde kaldılar. Kendi keseleri değil mi? kese üç yoksul arkadaş arasında dolaşıp yine ilk sahibini bulmuştu. Bunların birbirine karşı gösterdikleri bu fedakarlığı duyan halife, her üç arkadaşı da huzuruna çağırdı. Parayı ilk verdiğine:

-İşittiğime göre benden aldığın parayı bir kardeşine vermişsin. O da kendinden para isteyen arkadaşına vermiş. O da tekrar sana vermiş. Böylece tam bir din kardeşliği göstermişsiniz. Sizin bu yardımseverliğiniz beni çok memnun etti. Her birinize birer kese dolusu altın layık gördüm…

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 42