Faydalı Paylaşımlar..

28 Haziran 2019 Cuma

Bir Delinin Arzuhali

09:33:00 Posted by Mücahid Reis No comments
Elazığ Akıl Hastanesinden ALLAH'A Mektup Yazan Adam (Ortadaki)

1965 yılında hayata gözlerini yummuş, Elazığ Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’nde yani bir tımarhanede tedavi gören bir delinin Rabbine yazdığı son mektubunu gelin birlikte okuyalım. Eski Türkçe ifadeler çok geçtiği için paragraf paragraf sizlere açıklamaya çalışacağım.
Ben dünya küresi, Türkiye karyesi ve Urfa köyünden, El Aziz Tımarhanesi sakinlerinden; ismi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, ahir deminde misafiri Azrail’i bekleyen, başhekimlik üzerinden Hakimler Hakiminin dergahı uluhiyetine son arzuhalimdir.
Ben dünya küresi, Türkiye beldesi ve Urfa köyünden, El Aziz Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi sakinlerinden, ismi önemsiz, varlığı değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir aciz kulunuz, ahir zamanda misafiriniz Azrail’i bekleyen, başhekimlik üzerinden Hakimler Hakiminin yüce katına son dilekçemdir.
Ben gam deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanıyla padişah yapılmışım. Meyvalardan dağdağana, çalgılardan ney ile kemana kapılmışım. Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim Eichmann’ın fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır.
Ben dert denizinde, fakirlik ülkesinde, horluk ve rezilllik kıyafetiyle padişah yapılmışım. Meyvelerden çitlenbiğe, çalgılardan ney ile kemana kapılmışım. Benim yatağım akasya dikenlerinden, yorganım kirpi derisinden farksızdır. Kalbim (Adolf) Eichmann’ın (Hitler’in Nazi Almanya’sındaki acımasız komutanlarından biridir) fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır.
Ruhum aşıkı Hüda, Mahbubperesttir. Lakin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir. Bana gelen derdü gamın kilosu beleştir. Nerede bir güzel varsa bana karşı keleştir. Bütün yiğitlerde bana hep ters ve terestir. Aylar geçti. Tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdesttir. Yani, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.
Ruhum Hüda’nın aşığı, Güzele tapandır. Fakat aklım kaderin cilvesi ve talihin tokatıyla gelgittir. Bana gelen gam derdinin kilosu bedavadır. Nerede bir güzel varsa bana karşı çirkindir. Bütün yiğitlerde bana hep ters ve pezevenktir. Aylar geçti. Tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdestidir. Yani, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir.
O resuli zişan ve sultanı dücihan Cenabı Allah; insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını, ruhları vücut, vücutları ise ruhlar için yarattığını, erkekleri kadınlar, kadınları erkekler için yarattığını, cenneti mümin kullar, mümin kulları da cennet için yarattığını, cehennemi inkarcılar ve münafıklar, inkarcıları ve münafıkları da cehennem için yarattığını peygamberinin hadisleriyle haber vermiştir.
O büyük şan sahibi olan ve iki alemin sultanı Cenabı Allah; insanları dünya, dünyayı ise insanlar için, ruhları vücut, vücutları ise ruhlar için, erkekleri kadınlar, kadınları erkekler için, cenneti mümin kullar, mümin kulları da cennet için, cehennemi inkarcılar ve münafıklar, inkarcıları ve münafıkları da cehennem için yarattığını peygamberinin hadisleriyle haber vermiştir.
Peki acaba benim gibi meczup divaneleri ne maksatla halk etmiştir?
Peki acaba benim gibi Allah aşkıyla aklını yitirmiş delileri ne amaçla yaratmıştır?
Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin. Allah sana iman verdi, sen tuğyan edersin. O inam etti, sen küfran edersin. O ikram etti, sen inkar edersin. O ihsan etti, sen isyan edersin. Bir de kalkıp bana deli divane diye bühtan edersin.
Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin. Allah sana iman verdi, sen haddini aşarsın. O ihtiyacın olanı sana emanet etti, sen nankörlük edersin. O ikram etti, sen inkar edersin. O iyilikle yardım etti, sen isyan edersin. Bir de kalkıp bana deli divane diye ismimi karalarsın.
Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde cenk etmektedir. Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu manevralar sona erecektir. Şimdi adresimi arz ediyorum. Kur’an’ı geldiği yere, yine Kur’an’ı getiren geri taşısın. Madem ki ahkamı ve ahlakı kalmadı, Kur’an’ın kağıdı ve yazısı neye yarasın? Ta ki Hazreti Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın.
Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde savaşmaktadır. Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu içimdeki savaş sona erecektir. Şimdi adresimi yazıyorum. Ku’ran’ın geldiği yere, yine Kur’an’ı getiren geri taşısın. Madem ki hükümleri ve ahlakı kalmadı, Kur’an’ın kağıdı ve yazısı ne işe yarasın? Ta ki, Hazreti Muhammed (s.a.v) yolu üzere gelecek olan mehdi gelince yeniden okunup yaşansın.
Ey zerrelerden kürelere, yerlerden göklere bütün alemlerin Rabbi! Ey cemadi, nebati, hayvani, insani, ruhani ve nurani her şeyin ve herkesin yegane sahibi! Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi! Ey dertli bedenlerin, kederli gönüllerin ve yaralı yüreklerin tabibi! Ben biçare kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi… Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi… Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım. Aşkına sarıldım. Yegane Sen kaldın. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın. Ama onları ararken Sana ulaştım. Sevdana daldım. Böylece fani ve hayali görüntülerden kurtarıp hakiki tecelline mazhar kıldın.
Ey atomlardan gezegenlere, yerlerden göklere, bütün alemlerin Rabbi! Ey cansızların, bitkilerin, hayvanların, insanların, cinlerin ve meleklerin her şeyin ve herkesin tek sahibi! Ey iman ve Allah sevgisi ile yaşayanların en büyük sevgilisi! Ey dertli kişilerin, kederli gönüllerin ve yaralı yüreklerin doktoru! Ben çaresiz kulun ki; garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi… Ama ilahi sevginin ve hasretin divanesi… Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım. Aşkına sarıldım. Bir tek Sen kaldın. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın. Ama bu saydıklarımı ararken Sana ulaştım. Sevdana daldım. Böylece geçici ve hayali görüntülerden kurtulup, hakiki görüntüne ulaşmamı sağladın.
Yüceler yücesi Rabbim, Efendim.
Haktan saparak ve haddimi aşarak, haşa senden, Burak bineği, Cebrail seyisi, sidretül münteha menzili, cümle mahlukatın en şereflisi, Rahman’ın en mükemmel tecelli ve temsilcisi, kainatın fahri ebedisi, ahir zaman nebisi ve mehdisi, levhi mahfuzun tercümanı ve tebliğcisi, efendiler efendisi Hazreti Muhammed (s.a.v.)’in mahbubiyetini mi istedim? Hanif dinin üstadı ve nice nebilerin atası Hazreti İbrahim’in haliliyetini, Hazreti Süleyman’ın saltanat ve servetini, Hazreti Musa’nın celadet ve cesaretini, Hazreti İsa’nın ruhaniyetini mi istedim? Hazreti Ebubekir sıddıkın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hazreti Ömer-ül faruk’un dirayet ve teslimiyetini, Hazreti Osman’ı zinnureynin asalet ve sehavetini, Hazreti Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velayetini mi istedim? Senden mülkü hakimiyet, şanü şöhret, malü servet mi talep ettim? Senden vücuduma sıhhat ve afiyet, aklıma ziya ve selamet, hayatıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim. Çünkü şeriatın iptal, tarikatın ihmal, hakikatın ihlal ve müminlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezalet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sadece benim mesuliyet ve mahzuniyetimi ziyadeleştirecekti.
Yüceler yücesi Rabbim, Efendim.
Doğru yoldan saparak ve haddimi aşarak, haşa senden, Burak atı, Cebrail seyisi, Cebrail’in dahi giremediği yere giden, bütün mahlukatın en şereflisi, Rahman’ın Dünya üzerinde en mükemmel görüntüsü ve temsilcisi, evrenin sonsuza kadar onuru, ahir zamanın peygamberi ve mehdisi, Allah’ın yerleri ve gökleri yaratmadan önce yazdığı kitabın tercümanı ve bildiricisi, efendiler efendisi Hazreti Muhammet (s.a.v.)’in, Senin ona olan sevgisini kendime de mi istedim?
Sultanım, Efendim.
Ben Senden sadece Seni istedim. Pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi uğruna feda etmekdir. Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz değil, naz ederim. Ama umarım Sen niyaz kabul edersin. Aile efradımı, aklı izanımı alıp beni hicrana saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hain ve hilekar olaydım. Ya varlıklı kalıp ama zalim ve sahtekar olaydım. Ya alim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakar olaydım. Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkar olaydım. Ya sağlıklı sefalı kalıp ama sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım.
Sultanım, Efendim.
Ben Senden sadece Seni istedim. Pahası elbet yukarıda bahsettiğim gibi yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahip olduğum herşeyi uğruna feda etmektir. Rabbim elbet vardır bir sebebi ki, bu kuluna böyle aşağılanma ve zahmet çektirirsin. Ben haşa itiraz ettiğimden değil, nazlanırım. Ama umarım Sen dua kabul edersin. Aile fertlerimi, aklımı alıp beni ayrılık acısı içerisinde bıraktın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hain ve hilekar olsaydım. Ya varlıklı kalıp ama zalim ve sahtekar olsaydım. Ya alim ve saygın kalıp ama gafil ve ikiyüzlü olsaydım. Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulüm eden biri olsaydım. Ya sağlıklı sefalı kalıp ama sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olsaydım.
Derdü bela ki, sabredenlerin vesile-i miracıdır. Müminler kalbimin tacı, mücrimler rahmetin muhtacı, münkirler hikmetin icabı, sadık ve aşık ehli cehd adaletin ilacıdır. Velakin bu münafık hain ve zalimler ise çıban başıdır. Akrep gibi sancıdır. Şerefli insana, helali dışında bütün kadınlar kızlar ana bacıdır.
Bela derdi, sabredenlerin miraca vesilesidir. Müminler kalbimin tacı, suçlular bağışlanma muhtacı, inkar edenlerin varlığı anlaşılmayan bilgeliğin gereği, hakiki sadık ve aşık kişi, çalışmanın ve adaletin ilacıdır. Fakat bu bölücü, hain ve zalimler ise çıban başıdır. Akrep gibi sacı verir. Şerefli insana, helali dışındaki bütün kadınlar annedir, kardeştir.
Ey Rabbim, Efendim!
Malumu aliniz ve zaten yüce takdirinizdir ki; ne özenli bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu, ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu, ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu. Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım. Ama şikayet şekavettir. Bütün bu fani ve fena nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum. Beni yoktan var ettin. İman ve hidayet buyurup varlığından haberdar ettin. Ama aklımı alıp kulunu bikarar ettin. Sana sonsuz şükürler olsun. Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma, ne olursun! Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın. Çünkü zaten Zatından gayrıya yalvarıp yakarmanın şirk olduğunu buyurdun.
Ey Rabbim, Efendim!
Yüksek zatınızın bildiği gibi ve zaten Sizin takdirinizdir ki, ne özenli bezenli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu, ne onurlu ve huzurlu gezilerim ve tatillerim oldu, ne de etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu. Lezzet neymiş, kıymet ve değer neymiş tatmadım. Ama şikayet etmek, Allah katında şükürsüzlüktür. Bütün bu geçici ve yararsız nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum. Beni yoktan var ettin. İman ve doğru yola yönelttin, varlığından haberdar ettin. Ama aklımı alıp kulunu kararsız bıraktın. Sana sonsuz şükürler olsun. Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma, ne olursun! Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın. Çünkü zaten Zatından başkasına yalvarıp yakarmanın şirk olduğunu bizlere söyledin.
Bu cümleleri kuran deli ise biz neyiz? Yok deli değilse o zaman biz neciyiz?

8 Haziran 2019 Cumartesi

Leyla'ya Mektup

06:23:00 Posted by Mücahid Reis No comments
LEYLA’YA MEKTUP

Ben senin kapitalist piyasa koşullarına teslim olmana üzülürüm Leyla, “böyle gelmiş böyle gider” demene üzülürüm, emek hırsızlığı ile servetine servet katanlara tav olmana üzülürüm…

Ben senin haksızlıklar karşısında kozmetik tutkuna üzülürüm Leyla,
alnı secdeden kalkmayan adamların döktüğü kana ortak olmana üzülürüm, ekran karşısında her dizide başrol konforuna üzülürüm…

Ben senin cinayetleri kategorize etmene üzülürüm Leyla,
gökyüzünün ötekisi yok ki Leyla, acının ötekisi olsun,
Çocuk Gazze'de de çocuktur, Cizre'de de Leyla…

Ben senin kendi zalimini kendi elinle seçmene üzülürüm Leyla,
kanlı elleri tutanları kendinden olunca aklamana üzülürüm,
toprağa savaş eken beyazların ülkesine tutkuna üzülürüm…

Ben senin çok katlı beton aşkına üzülürüm Leyla,
taşın bir hafızası olduğunu, toprağın kokusunu, çayır çimeni unutmana üzülürüm, asfalta ekmek banma çabana üzülürüm…

Ben senin çocuklara dört duvar arasında bulut çizdirmene üzülürüm Leyla, Başını kaldırıp gökyüzüne bakabilecekken hep tavan görmene üzülürüm, Güneş’in batışını bir Nemrut akşamına tehir etmene üzülürüm…

Ben senin beni anlayıp da yine de barkodların tanrısına teslim olmana üzülürüm Leyla, Hılfül füdul okuyup Washington'la, Tel-aviv'le, Brüksel'le, Kopenhag'la, Cenevre'yle sözleşmene üzülürüm, bombardıman uçaklarına ev sahipliği yapmana üzülürüm..

Ben senin beni anlayıp da baraj hesabı yapmana üzülürüm Leyla,
küçücük bir çocuk bile matematik bilir de yine de annesini sever,
hakikati yüzdelik dilimlerde aramana üzülürüm…

Ben senin, “dünyayı güzellik kurtaracak” sözünü duyduğunda ayna karşısına geçmene üzülürüm Leyla, güzellik kalptedir, güzellik yeni bir dünya için sarfedilen emektedir…

Tüm kalbimle sana diyorum ki,
“dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey” Leyla…

//Muammer Bilgiç
Kalbi ve Kanadı Kırıkların Milletvekili Adayı

Yazan: Muaamer Bilgiç Okuyan: Okan Bora Arka Fon: Cahit Berkay - Ağlatan Dans

11 Şubat 2017 Cumartesi

Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur

12:30:00 Posted by Mücahid Reis , , , No comments

Bir İnsanın Anavatanı Çocukluğudur
Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:
– Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
– Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
– Ne oldu, nasıl oldu?
– Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”
Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:
– Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
– Hayır, neden?
– Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:
– Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
– Radikal bir karar!
– Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.
– Eşiniz ne dedi?
– Hocam biliyor musun ne oldu?
– Ne oldu?
– Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
– Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!
– Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
– Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
– İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.
– Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!
– İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.
– Eşiniz gelmek istemedi!
– Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”
– Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?
– Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.
“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.
“Çocuklar Gülsün diye!” yaşayalım. Çünkü insanın anavatanı çocukluğudur. Çocuklar gülerek, oynayarak büyürse, sonunda büyükler güler. Büyükler mutlu olup gülümseyince tüm ülke, tüm insanlık güler. Çocukların gülmesine hizmet veren herkese selam olsun!
Psikolog Doğan CÜCELOĞLU

Bisikletim

11:18:00 Posted by Mücahid Reis , , , , No comments


Benim bisikletim yoktu çocukken.

En sevdiğim şeylerden biri arkadaşlarımın bisikletlerine dokunmaktı. Bisiklet demirinin, parmaklarıma o soğuk ve yumuşak dokunuşu bilmem kaç gece rüyalarıma girmişti. Uyandığımda, sanki bisikletim varmış gibi heyecanla gözlerimi açtığım sabahları hatırlıyorum hâlâ.

Bisiklet zilinin kendine has çınlaması çok hoşuma giderdi.

Bir sabah, arkadaşımın bisikletinin peşinden koşarken annem görmüş beni. Çok üzülmüş. Rahmetli babama “Şu çocuğa bir bisiklet alsan… Arkadaşlarının peşinden koşarken içim acıyor.” demiş.

Babam, “Ya bisiklete binerken araba çarparsa” korkusu ile almak istememiş.

Hiç unutmam, bir gün, komşumuzun oğlu ile duvar dibinde sohbet ediyorduk. Bisikletine yaslanmıştı. Elinde yeşil erik vardı. Hem yiyor hem de bisikletinin ne kadar hızlı gittiğini anlatıyordu. Elindekileri bitirip bisikletine binmişti ki “Bisikletinin zilini bir kere çalabilir miyim?” diye izin istemiştim.

Arkadaşım, “Şimdi olmaz, bir tur atıp geleyim ondan sonra.” demişti…

Bugün olmuş, o günkü bana hâlâ üzülürüm. Ne vardı ki sanki zili çalmama izin verseydi…

Çocukluk işte…

Babam o sırada bizi balkondan izliyormuş…

Beni eve çağırdı…

Yanına gittim. “Sana bir bisiklet alacağım.” dedi. Birden donakaldım. “Valla de…” dedim. Tebessüm etti, “Vallahi” dedi. Nasıl sevindiysem, “Yaşasın!” diye kapıya koşuyordum ki babam, “Ama iki şartım var…” diye arkamdan seslendi. Geri döndüm. “Ne dersen yapacağım, söz” dedim. “Bir daha kimsenin bisikletinin peşinden koşmayacaksın.” dedi… “Tamam söz” dedim… “İkincisi de karnende notlarının hepsi 5 olacak.” dedi.

Derslerim çok iyiydi. O yıl belki bir tane dersim 4 gelebilirdi ama diğerlerinden emindim, hepsi 5’ti… “Tamam, söz” dedim, fırladım dışarı. “Babam bana bisiklet alacak” diye, sokakta deli gibi bağırarak koştum durdum…

O günden sonra, artık arkadaşlarımın bisikletlerinin peşinde koşmadım, yol kenarında seyrettim hep onları…

Karne zamanını iple çektim… Hatta öğretmenime bile “Bütün notlarım 5 olursa babam bana bisiklet alacak” diye söylemiştim. O da “Bakalım” deyip tebessüm etmişti…

Karne günü geldi… Öğretmenim tek tek karneleri dağıtırken, kalbim duracak gibiydi… İsmim okununca koştum, aldım karnemi, hızlıca gözden geçirdim… Bütün notlarım 5’ti… Nasıl sevindim, öğretmenime sarıldım… O da “Hadi koş, babana söyle, sen artık bisikleti hak ettin” dedi…

Nasıl fırladım dışarı, ayakkabımın biri çıkmıştı koşarken… Koşa koşa eve vardım… Anneme karnemi gösterdim… “Babam bugün mü alacak bisikleti?” diye sordum, annemin gözleri doldu… “Bilmem, babana soralım” dedi… “Babam kaçta gelecek!” dedim. “Bugün gelmeyecek” dedi… “Neden?” dedim… Babamın uzunca zamandır bir hastalığı varmış, bizden gizliyorlarmış hep… O gün, durumu ağırlaşmış, hastaneye kaldırılmış… Hayal kırıklığı yaşadım birden… Babamın hastaneye yattığına değil, bisikletim ne olacak diyeydi hayal kırıklığım, çocukluk işte…

Birkaç gün sonra babamı ziyarete gittik, ameliyat olmuş… Yorgundu yüzü… Beni görünce gözleri doldu… Yanına gittim… Kısık bir sesle “Karneni aldın mı?” dedi. “Aldım bak” dedim, notlarımı gösterdim… Tebessüm etti, biraz gözlerini kapatıp dinlendirdi, tekrar açtı. “Ben de sana bisiklet alacağım” dedi…

Babamdan duyduğum son söz bu oldu…

O günden sonra benim bir bisikletim olmadı…

Çocuklarımın oldu ama benim bisikletim hâlâ yok…

Bazen, çocuklarımın bisikletlerine dokunuyor, tebessüm ederek zilini çalıyorum… Bilmem verdiğim sözden dönmüş oluyor muyum ama onların bisikletinin peşinde koşuyorum, kimse görmeden ıslak kirpiklerimi silerek…

Anne babalara “Çocuğunuza verdiğiniz sözü vakit geçirmeden yerine getirin” diye söylediğimde, bazen onların “Ama onlardan istediklerimizi yapsınlar da ondan sonra” dediklerinde, aklıma hep bu hatıram geliyor…

Ne karne notu, ne de akıllı uslu durma şartı olmasın… Çocuğunuza verdiğiniz sözleri yerine getirin… Bezen yarın gerçekten olmuyor… Olsa da çocukluk yıllarındaki o tatta olmuyor…


Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

5 Şubat 2017 Pazar

Dünyamızın Hali

07:22:00 Posted by Mücahid Reis




Bugün, Dünya'da yedi milyar beş yüz bin kadar insan yaşıyor.


Bu yedi milyar beş yüz bin kadar insandan 1 milyarı her gece aç yatıyor.

Her 6 saniyede bir çocuk açlık nedeniyle ölmeye devam ediyor.

2 milyarı aşkın sayıda insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. 1 buçuk milyar insan sağlıklı içme suyundan mahrum.

Savaşlar ve terör olayları nedeniyle her 4 saniyede bir insan mülteci pozisyonuna düşüyor.

Her gün 30 bin çocuk ailelerinin en basit ilaçlara ulaşamaması nedeniyle tamamen önlenebilir hastalıklardan dolayı ölüyor.

PEKİ, DÜNYANIN MEVCUT İMKANLARI

Bu yoksunluğu, yoksulluğu ve açlıktan ölümleri ortadan kaldırmaya yetmiyor mu?

Sadece futbolda dönen para 500 milyar doların üzerinde ve sadece 100 milyar dolar dünyadaki açlığın, açlıktan ölümlerin ortadan kalkması için yeterli.

Dünyanın en zengin 5 kişisinin toplam serveti 280 milyar dolar civarında ve buna karşın en fakir 20 ülkenin toplam borcu yaklaşık 10 milyar dolardır.

1 buçuk milyar insan günlük 2 dolardan daha az bir gelirle çalışmak zorunda kalmışken dünyanın en pahalı tablosu, Paul Cezanne’nin ‘Kart Oyuncuları’ adlı tablosuna verilen para 268 milyon dolar.

Bir otomobil fuarında 10 dakika tanıtım yapan kadın mankene verilen para 100 bin dolar ve o otomobil fabrikasında asgari ücretle çalışan bir işçinin aynı miktar parayı kazanabilmesi için gerekli süre 20 yıl.

Kedi-köpek maması için, kozmetik ürünleri ya da sadece reklam giderleri için harcanan paralar, dünyadaki açlığı, yoksulluğu ve yoksunluğu defalarca önleyebilecek miktarda.

SİZCE DÜNYADA NİÇİN AÇLIK, YOKSULLUK VE YOKSUNLUK VAR?

3 Temmuz 2016 Pazar

Vedâ Hutbesi

18:30:00 Posted by Mücahid Reis

Vedâ Haccı'nda Hz. Muhammed (sav)'in Yaptığı Konuşmanın Tam Metni


(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab etti:

Allah'a hamd olsun. O'nu över, O'na şükrederiz. O'ndan medet umarız. O'ndan bağışlanma dileriz, tevbe ederek O'na ita­ate yöneliriz. Nefislerimizin kötülük telkin­lerinden ve kötü ameller işlemesinden Al­lah'a sığınırız. Allah kime doğruyu göste­rirse, kimse onu hak yoldan uzaklaştıra­maz. Kimin de hak yoldan uzaklaşmasına özgürlük tanırsa, kimse ona doğruyu gös­teremez. Tek Allah'tan başka tanrı olma­dığını, ilahlığında, otoritesinde, mülkün­de, tasarruflarında ortağı bulunmadığını kabul ve tasdik ederim. Muhammed'in O'nun kulu ve Rasûlü olduğunu kabul ve tasdik ederim. (1)

Ey Allah'ın kulları, size Allah'a sığın­manızı, emirlerine yapışmanızı, günahlar­dan arınmanızı, azabından korunmanızı öğütlerim. Size tekrar tekrar, O'na itaati tavsiye ederim. Sözlerime hayırlı olanla, O'nun izni ve yardımıyla başlıyorum. (2)

Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize, Al­lah'ın; emirlerini tebliğ ile görevlendirdiği, ilahî hükümleri icraya, ülkeyi imara, dünya düzenini kurmaya, sağlamaya memur et­tiği tek yetkili Rasûlüyüm. Beni dinleyin, size bazı açıklamalar yapacağım. Bu yıldan sonra, bir daha burada sizinle buluşup buluşamayacağımı bilemiyorum. (3)

Ey İnsanlar! Kanlarınız, canlarınız, yaşa­ma hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefleriniz, vücut bütünlü­ğünüz Rabbinizle buluşacağınız güne ka­dar bu ayınızda, bu beldenizde, bu günü­nüzün saygıya, korunmaya layık olduğu gi­bi, saygıya ve korunmaya layıktır, doku­nulmazdır. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli kara­ra dayalı cezalar müstesnadır. (4)

Benim sözlerimi iyi dinleyin ki, izzet ve şerefle huzurlu yaşamaya devam edesiniz. Sakın haksızlık yapmayın ve zulmetmeyin. Sakın baskı, zulüm ve işkenceye alet olmayın. Sakın zulme boyun eğmeyin. Haksızlığa rı­za göstermeyin. İyice anlatabildim mi?

Allah'ım, Sen de şahit ol. (5)

Ashabım! Siz Rabbinizin huzuruna vara­caksınız, size işlediğiniz bilinçli amellerin hesabını sorulacak. İyice tebliğ edebildim mi?

Allah'ım, Sen de şahit ol! (6)

Ey İnsanlar, Allah'a sığının, emirlerine yapışın, azabından korunun. İnsanların mallarını eksik teslim etmeyin, değerlerini düşürmeyin, bedellerini eksik ödemeyin, mallarını kötülemeyin, haksız rekabet yap­mayın, aldatarak, hile yaparak, fırsat kollayarak, gasp ederek insanların haklarını zayi etmeyin, zayiine sebep olmayın. Ül­kede, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmakta ve küfürde ileri git­meyin. (7)

Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, bu emaneti sahibine versin. Size hediye verene hediye ile karşılık verin. Kefil borçlu gibidir. Borcun ödenmesi gerekir. (8)

Soyunuzdan sopunuzdan medet umarak benim yanıma yaklaşmayın. İşlediğiniz bi­linçli amelleri vesile ederek yanıma gelin. Ben bütün insanlara da, size de aynı şey­leri söylüyorum. (9)

Cahiliye döneminin faizli alışverişleri kaldırılmıştır. Yüce Allah, kaldırılan ilk fa­izin, Abbas b. Abdilmuttalib'inki olmasını emretmiştir. Ancak ana paralarınız sizindir. Ne siz haksızlık edebilirsiniz, ne de haksız­lığa uğratılacaksınız. Allah, faizli alışverişin yapılmayacağını icrası kesin hüküm haline getirdi. Kaldıracağım ilk faiz amcam Ab­bas b. Abdilmuttalib'in faizli alış verişlerindeki faizdir. (10)

Ey İnsanlar! Hangi ayda, hangi günde, hangi ülkede olduğunuzu biliyor musu­nuz? (11)

(İnsanlar, ‘saygıya layık korunan bir günde, dokunulmazlığı olan ülkede ve bir ayda', dediler.)

Ey İnsanlar! Kanlarınız, canlarınız, yaşa­ma hakkınız, mallarınız, namuslarınız, haysiyet ve şerefleriniz, vücut bütünlüğü­nüz, Rabbinizle buluşacağınız güne kadar bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün saygıya, korunmaya layık olduğu gibi, saygıya ve korunmaya layıktır, dokunul­mazdır. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli karara da­yalı cezalar müstesnadır. (12)

Ashabım! Şunu belirteyim ki, Cahiliye dönemindeki bütün kan, su ve mal dava­ları, kıyamet gününe kadar şu ayaklarımın altındadır. (13)

Kıyamet gününe kadar Cahiliye döneminde var olan kan da­vaları kaldırılmıştır, Cahiliye döneminde var olan kan davaları kaldırılmıştır, kaldıracağımız ilk kan davası, Amir (İyâs) b. Rebîa b. el-Hâris b. Abdülmuttalib'in kan davasıdır. O Sa'd b. Leysoğulları'nda süt anneye verilmiş bir çocuktu. Hüzeyl, onu öldürdü.

İyice tebliğ edebildim mi?

(İnsanlar; ‘elbette tebliğ ettin', dediler)

-Allah'ım Sen de şahit ol! Burada bulu­nanlar sözlerimi bulunmayanlara iletsin. (14)

Kâbe hizmetkarlığı ve hacıların su ihtiya­cını karşılama dışında cahiliye devrinin hükümet görevleri kaldırılmıştır. (15)

Kasten adam öldürmenin cezası, kısas­tır. Kasten öldürmeye benzeyen cinayet, sopa ve taşla öldürmedir. Diyeti, yüz deve­dir. Kim daha fazlasını isterse, o İslam'ı benimsemeyen Cahiliye dönemini özleyen biridir. En büyük Allah düşmanı, kendisine herhangi bir kastı olmayan birini sebepsiz yere öldürendir, kendisine el kaldırmayana sebepsiz yere vurandır.

İyice tebliğ edebildim? Allah'ım, Sen de şahit ol! (16)

Ey İnsanlar! Sizi uyarıyorum, herkes yal­nızca kendi işlediği suçtan sorumludur. Suçlu evlattan dolayı baba sorumlu tutula­maz, suçlu babadan dolayı evlat da sorum­lu tutulamaz. (17)

Ey İnsanlar! Şeytan, sizin bu toprakla­rınızda kendisine tapınılmasından ümit kesmiş bulunuyor. Ancak, bunun dışındaki önemsiz gördüğünüz davranışlarda, ara­nızda çıkardığı fitne fesatla sizi birbirinize düşürdüğünde sözünün dinlenmesinden hoşnut olacaktır. Dininizde sebat ederek, dininize sahip çıkarak, şeytanın, şeytan tıynetli ahlaksız azgınların, şeytani düzen­lerin vesvesesinden, daleveresinden kendi­nizi koruyun. (18)

Ey İnsanlar, yalan yere Allah'ın adını anarak yemin etmeyin. Yalan yere Allah adına yemin edenin yalanını Allah açığa çıkarır. (19)

Ey İnsanlar! Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki düzenli sistemine girerek seyrediyor. Ayların sayısı, on ikidir. Dört tanesi, savaşın haram olduğu aylar­dır. Bunlardan üçü birbiri peşinden gelir. Biri tektir. Bunlar Zilkade, Zilhicce, Mu­harrem ve Cumade'l-ahire ile Şaban ara­sındaki Mudar kabilesinin adını koyduğu ay Recep'tir.

Allah'ın, gökleri ve yeri yarattığı gün, Levh-i Mahfuz'da tesbit ettiği kayıtlarda, Allah katında, ayların sayısı on ikidir. On iki aydan dördü savaşın haram olduğu ay­lardır. İşte bu haram aylarla ilgili hüküm, insanlığı, insani değerleri ve düzeni ayakta tutan dinin, medeniyetin, zamanla değiş­meyen tabii hukuk kurallarını içeren şe­riatın hükmüdür. Bu aylarla ilgili Allah'ın koyduğu yasakları çiğneyerek kendinize, birbirinize zulmetmeyin.

İlahlığında, otoritesinde, mülkünde, ta­sarruflarında, Allah'a ortak koşan Müşrik­ler nasıl size karşı topyekün savaşıyorlarsa, siz de onlara karşı topyekün savaşın. Bilin ki, Allah kendisine sığınıp, emirlerine ya­pışarak günahlardan arınıp, azaptan koru­nanlarla, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görev­lerinin bilincinde olan müminlerle, müttakilerle beraberdir.

Saldırmazlığın gelenek haline geldiği, Al­lah'ın savaşı haram kıldığı ayları erteleyerek, yerlerini değiştirerek, on iki aya ay ilave ederek, hileli takvim düzenlemek, ke­sinlikle Allah'ın sene ve aylarla ilgili koy­duğu hükmü inkarda ileri gitmektir. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Al­lah'a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkarda ısrar edenlerin, kafirlerin, bu yüzden hak yol­dan uzaklaşmalarının, dalaleti tercihlerinin önü açılır. Erteleyerek, değiştirerek ilave ettikleri aydaki savaşları, bir yıl helal ve meşru, bir yıl haram sayarlar. Allah'ın ha­ram kıldığının sayısına uydursunlar da, Al­lah'ın haram kıldığını helal ve meşru kılsın­lar, isterler. Onların bilinçli kötü amelleri kendilerine süslenip güzel gösterilmiştir. Allah kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah'a iman, kulluk ve sorumlu­luk bilincini şuur altına iterek örtbas edip, küfürde, nankörlükte ısrar eden bir kavme doğru yolu gösterme lütfunda bulunmaya­cak, başarı nasip etmeyecektir. (Tevbe, 9/ 36-37).

Onlar bir yıl, Safer ayını helal sayıyorlar, bir yıl Muharrem'i haram sayıyorlardı. Nesî (yıla ekleme), işte budur. Allah'ım, Sen de şahit ol!. (20)

Ey İnsanlar! Kadınlarınızın sizler üze­rinde hakları, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Sizin onlardaki hakkınız, minderinize sizden başkasını oturtmama­ları, meşru tavsiyelerinizde size karşı çık­mamaları, hoşlanmadığınız kişileri izniniz olmadan eve sokmamaları, kötü söz söyle­memeleri kötü fiil ve davranışta bulunma­malarıdır. Şayet bunları yaparlarsa, Allah onları engellemenize, sıkıştırmanıza yatak­larında tek başlarına bırakmanıza ve hafif­çe, incitmeden vurmanıza izin vermiştir. Bun­lardan vazgeçer ve size itaat ederlerse, meşru, örfe uygun ölçüler içerisinde rızıklarını ve giyimlerini sağlama sorumluluğunuz var. Kadınların iyiliğini isteyin, durum­larının iyileşmesi için çaba sarfedin. Çünkü onlar müşterek hayatın gereği kendileri adına bir şey yapma gücüne ve imkanına sahip olmayan, sizinle birlikte yaşamak mecburiyetinde olan hayat arkadaşlarınızdır. Siz onları Allah'ın emaneti olarak aldı­nız. Allah'ın emri ve hükmüyle onlarla iliş­kiyi helal edindiniz. Eğer haklarını ararlar, sorumluluklarına riayet ederlerse onlara tavır takınmanıza, cezalandırmaya hakkı­nız yoktur. Onların serkeşliğinden ve şid­dete başvurmasından endişe ederseniz, onlara öğüt verin ve yataklarınızı ayırın. Aşırı gitmeden hafifçe vurun. Onların yi­yeceği ve giyimi konusunda cömertçe her türlü iyilik ve ihsanda bulunmanız, onların haklarıdır. Kadınların haklarına riayet ko­nusunda Allah'ın emirlerine yapışın, aza­bından korunun, onların iyiliğini isteyin, durumlarının iyileşmesi için çaba sarfedin. Hanımlarınız, sizlerin izni ve bilgisi olmadıkça, evinizin mali imkanlarını cömertçe harcamasınlar. Sözlerimi iyice anlayarak hatırınızda tutun.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen de şahit ol! (21)

Ey İnsanlar! Meşru şekilde sahip oldu­ğunuz, üzerlerinde meşru haklarınız ve düzgün insani ilişkileriniz olan köle ve ca­riyelerinize, iş akdiyle bağlı işçilerinize ha­yırla muameleyi size tavsiye ederim. Sof­ranızda bulunanları ölçü alarak onların ka­rınlarını doyurmanızı, giydiklerinizi ölçü alarak onların giyimlerini sağlamanızı tav­siye ederim. Affetmeyi düşünmediğiniz bir suç işledikleri takdirde aranızda aynı cins­ten suç işleyenlere uyguladığınız cezaları ölçü alınız. Onlara işkence etmeyiniz, onları cezalandırmayınız.!. (22)

Ey İnsanlar! Sözlerimi iyi dinleyin, iyi muhakeme edin. Bütün ırklara mensup Müslümanların, Müslümanların kardeşi ol­duğunu bilin. Bütün müminler kardeştir. Kimseye, gönül rızası olmadıkça, kardeşi­nin malı helal değildir. Sakın haksızlık etmesin, hile yapmasın, haince davranma­sın.

Müslümanın kim olduğunu size anlata­yım mı? Müslümanların, dilinden ve elin­den zarar görmediği kişidir.

Müminin kim olduğunu size anlatayım mı? İnsanların mallarına ve canlarına za­rarı dokunmuyacağından emin olduğu ki­şidir.

Muhacirin kim olduğunu size anlatayım mı? Kötülükleri ve günah işlemeyi terk eden kişidir.

Mücahidin kim olduğunu size söyleye­yim mi? Allah'a itaat yolunda nefsiyle mücadele eden kişidir.

Bu günün dokunulmazlığı gibi, müminin mümine zarar vermesi haramdır. Etini yeme mesabesinde olan müminin mümini gıybeti de haramdır. Namus ve haysiyetine zarar vermesi de haramdır. Müminin yü­züne tokat vurmak da mümine haramdır. Onu itip kakarak incitmesi de haramdır.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen şahit ol! (23)

Ey İnsanlar! Yeryüzü Allah ve Rasûlüne aittir. İnsanlar, 'Allah'tan başka ilah yok­tur' deyip, benim Allah'ın Rasûlü olduğu­mu kabul edinceye kadar, insanlarla mücadele etmem, savaşmam emredildi. İn­sanlar kelime-i tevhidi söyleyince, kan­larını, canlarını ve mallarını korumuş olur­lar. Ancak İslam'ın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli karara dayalı cezalar müstesnadır. Ahiretteki hesapları ise Allah'a aittir. Kendinize, birbirinize haksızlık etmeyin!(24)

Ey Müminler, benden sonra küfre dön­meyin, birbirinin boynunu vuran kafirler haline gelmeyin. Size, sımsıkı sarıldığınız sürece asla hak yoldan uzaklaşmayacağınız apaçık dinî, ilmî, idari, siyasi kuralları içe­ren Allah'ın kitabı Kur'ân'ı ve Rasûlü'nün sünnetini bıraktım. Bunlarla amel ediniz, davranışlarınıza Kur'ân ve sünneti yan­sıtınız. Bir de soyumdan yakınlarımı, Ehl-i beytimi bıraktım.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen şahit ol! (25)

Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız bir­dir. İslam'da insanlar eşittir. Hepiniz Adem'in çocuklarısınız, Adem de toprak­tan yaratıldı. Allah katında en değerliniz, en çok Allah'a sığınanız, emirlerine yapışa­nınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arab'ın, Arap olmaya­na, bir başkasının Arab'a, bir siyahın bir kızılderiliye, bir kızılderilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yok­tur.

"Ey iman edenler, biz sizi bir erkekle bir kadından, bir asıldan yarattık. Birbirinizle tanışmanız, işlerinizi tedbirle idare etme­niz, karşılıklı olarak, İslami kurallarla örtüşen milletlerarası teamüllere uymanız, yardımlaşmanız, kültür ve medeniyet alış­verişinde bulunmanız, birbirinize iyiliği tav­siye etmeniz için, sizi milletler ve kabileler haline getirdik. Allah yanında en değerli­niz, en üstününüz, en çok Allah'a sığınanı­nız, emirlerine yapışanınız, en çok günah­lardan arınıp azaptan korunanız, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgür­lüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davrana­nınız, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olanınızdır. Allah her şeyi bilir, gizli-açık her şeyden haberdardır." (Hucurat, 49/13.) (26)

Ey İnsanlar! Görünürdeki organları kesil­miş bir Habeşli bile başınıza getirilse, size Allah'ın kitabındaki hükümleri uyguladığı sürece, dinleyin ve itaat edin.

İyice tebliğ edebildim mi? Allah'ım, Sen de şahit ol! (27)

(İnsanlar, ‘evet' dediler)

Burada bulunanlar, sözlerimi bulun­mayanlara iletsinler.

Ey İnsanlar! İyi dinleyin! Bütün peygam­berlerin daveti geçmişte kalmış, görevleri sona ermiştir. Yalnızca benim davetim ve görevim devam etmektedir. Ben insanların ihtiyacı sebebiyle Rabbimin katında davetimi, görevimi kıyamet gününe kadar muhafaza ettim. Ben önceki ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim. Beni mahcup etmeyin, yüzümü kara çıkarma­yın. (28)

İyi dinleyin, bir kısım insanlar için elim­den bir şey gelmezken bir kısmını kurtaracağım. Ya Rabbi ashabım, diyeceğim. Ba­na, ‘Senden sonra din adına neler icat et­tiklerini bilmiyorsun', buyuracak. Ben cen­netteki havuz başında sizi bekleyen öncünüzüm. (29)

Ey İnsanlar! Allah, her hak sahibinin hakkını, her varisin, mirastaki payını belirlemiştir. Varise vasiyet yapılamaz. Vasiyet terekenin üçte birini de geçemez. Çocuk meşru eşe aittir. Zina edenin hak sahipliği söz konusu değildir. Hamisinin, amirinin, ortağının, işvereninin, efendisinin sağladı­ğı imkanlara nankörce davranan, Allah'ın Muhammed'e indirdiği Kur'ân'ı inkar edi­yor demektir. Babasından başkasına men­subiyet öne süren veya efendisinden başkasını veli edinen, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetine uğrasın. Böylesinin ne azabı geri çevrilir, ne ceza yeri­ne fidye alınır. (30)

Ey İnsanlar! Dinde aşırılıktan sakının. Sizden öncekileri kesinlikle dinde aşırılık­ları helak etmiştir. Hacdaki amelleri, dav­ranışları benden öğrenin. Bu seneden sonra bir daha haccedip edemeyeceğimi bile­miyorum. Bu öğütlerimi burada bulunan­lar bulunmayanlara ulaştırsın. Öğütlerimin ulaştırıldığı bazı kimseler burada dinleyenlerden daha iyi anlayarak, daha iyi mu­hafaza edebilirler, nice kimseler uygulaya­rak daha mutlu olabilirler. (31)

Ey İnsanlar! Allah sözlerimi işitip de bel­leyene, rahmetini merhametini ihsan et­sin. Allah yüzünü ağartsın. Mana yüklü sözlerimi anlamadan ezberleyen birçok in­san var. Derin manalar içeren sözlerimi bilen birçok insan, kendisinden daha yük­sek anlayış sahiplerine bu sözlerimi ulaş­tırsın. Üç vasfa, üç davranışa sahip olan;

-Samimiyetle Allah rızası için dinî görev­lerini yerine getiren,

-Müslüman idarecilere samimi davranan ve itaat eden,

-İslam toplumunun birliğini ve bütünlüğü­nü koruyan müminlerin İslam'a hıyanet etmeyeceğini, kalplerinden İslam'ı atma­yacağını bilin.

Bütün müminler gelecek nesilleri, İslam ile şereflenmemiş insanları İslam'a davet ederek İslam'ı tebliğ ve davet görevini yeri­ne getirmelidirler. (32)

Benim dışımda benden sonra peygam­ber görevlendirilmeyecektir. Sizin dışınız­da ümmet de olmayacaktır. Rabbinizi ilah tanıyın, candan Müslümanlar olarak Rabbinize teslim olun, saygıyla Rabbinize kulluk ve ibadet edin. Rabbinizin şeriatine boyun eğin, adabına, erkanına riayet ederek beş vakit namazı aksatmadan aşikare kılın. Vicdanı, serveti, sosyal bünyeyi arındıran, berekete vesile olan zekatı verin. Ramazan orucunu tutun. Yöneticilerinize itaat edin ki Rabbinizin cennetine girersiniz. (33)

Ey İnsanlar! Yarın Beni size soracaklar. Ne dersiniz? Peygamberlik görevimi yeri­ne getirdim mi? Vazifemi yaptım mı?

(Orada bulunanlar, ‘evet yemin ederiz ki, tebliğ ettin, bize tavsiyelerde ve öğütlerde bulundun, böylece şehadet ederiz' dediler).

-Şahit ol ya Rabbi, şahit ol ya Rabbi, şahit ol ya Rabbi...

Size selam ve selamet diliyorum, Al­lah'ın rahmet ve bereket ihsanını niyaz ediyorum. (34)

(Sonra insanlara veda etti. Bunun üzerine insan­lar, ‘bu veda haccı' dediler).

1) M. Hamidullah. Mecmûatü´l-Vesaikü´s-Siyasiyye (Vesaik) 360; İbn Abdirabbih 4/53-55.

2) Vesaik, 360.

3) Yakubî, 2/110;Vesaik, 360; Beyhaki, Sünen-i Kübra, 10/180; Sahih-i İbn Huzeyme, 4/255;Kur`ân-ı Kerim, 7/158.

4) Vesaik, 361; Buharî, “Hac” 132; “Megazi 78;“Tevhid” 24, “Edahi” 5, “Fiten” 8; “Edeb” 42;Müslim, “Hac” 283; Müsned-i Ahmed, 7/ 307.

5) Müsned-i Ahmed. 7/307.

6) Müslim,“Kasame” 26; Müsned-i Ahmed, 7/307; İbn Sa´d, 2/186.

7) Yakubî, 2/109-110; Kur`ân-ı Kerim, 11/ 85.

Vesaik, 361, 364; İbn Mace, “Sadaka” 9;Kur´ân-ı Kerim, 2/283.

9) Yakubî, 2/109-110.

10) Vesaik, 361; Darimî. “Büyü” 3.

11) Yakubî, 2/109-110.

12) Darimî,“Menasik” 84; Müsned-i Ahmed, 7/330.

13) Müslim, “Hac” 132.

14) Vesaik, 361; Darimî, “Menasik” 34; <i>Müsned-i Ahmed, 7/376.

15) Vesaik, 361.

16) Vesaik, 361; Yakubî, 2/110.

17) Tirmizî, “Tefsiru´l-Kur´ân” 10.

18) Vesaik, 361.

19) Vesaik, 367; Taberanî. Mucemu´l-Kebîr, 8/229.

20) Vesaik, 361, 365.

21) Vesaik, 361-362; İbn Mace,“Menasik” 84; Müsned-i Ahmed, 7/376; Tirmizî, “Tefsîru´l-Kur´ân” 10; Kur`ân-ı Kerim, 4/34.

22) Yakubî, 2/109-110; Kur´ân-ı Kerim

23) Vesaik, 364-367; Tirmizî, “Tefsiru´l-Kur´ân” 10; Yakubî, 2/110 Kur`ân-ı Kerim, 49/12-13.

24) Yakubî ,2/110<em>; Vesaik, 363; Buharî “Cizye” 5; “İkrah” 2; Müslim,“Cihad” 20.

25) Vesaik, 362, 365; Tirmizî, “Menakıb” 32; Müslim, “Kasame” 26; Buharî, “Hudud” 10; Yakubî</em>,<i> </i>2/110; Muvatta, “Kader” 3; Ebû Davud, “Talâk” 40; Darimî, “Mukaddime” 24; “Talak” 10; Müsned-i Ahmed, 1/75, 3/212, 286, 4/206, 5/30.

26) Vesaik, 362; Müsned-i Ahmed, 9/127;Yakubî 2/110.

27) Nesaî, Sünen-i Kübra, 4/431 (7815. hadis); Müsned-i Ebî Avâne, 4/402.

28) Taberanî, Mucemu´l-Kebîr, 8/141; Vesaik, 367.

29) İbn Mace, “Menasik” 76.

30) Vesaik, 362; Müsned-i Ahmed, 6/207; Yakubî, 2/110; İbn Hişam, 4/219.

31) Ebû Davud, “Menasik” 77; Nesaî, “Menasık” 217; İbn Mace “Menasik” 63; Müsned-i Ahmed, 1/215, 347, 7/376.

32) Darimî, “Mukaddime” 24.

33) Vesaik, 365; Taberanî, Mucemu´l - Kebîr, 8/115, 136, 138, 303; Kur´ân-ı Kerim, 21/ 92, 23/52.

34) Ebû Davud, “Menasik” 56.