Faydalı Paylaşımlar..

18 Eylül 2013 Çarşamba

Yedi Bin Altın

15:08:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Hekimoğlu Ali Paşa zamanında, Peygamber aşığı bir fakir vardır. Uzun zamandır çektiği yoksulluk çi­lesinden ızdıraplı halde, ellerini dergah-ı ilahfye kal­dırarak şu şekilde sızlanır:

- Ya Rab! Halimi sen biliyorsun. Artık sabrım yetmez oldu. Çoluk çocuk perişanız. Borçlarımı öde­yemez duruma düştüm. Resulün hürmetine artık bana bir çıkış yolu göster.

Gönülden bir iltica ile uykuya dalar. Bir müddet sonra, sırlarla dolu bir rüya görmeye başlar.

Resûlüllah Efendimiz, yoksul Müslümanın kar­şısında durmakta ve ona şöyle emretmektedir:

- Sen, bunca yıl fakirliliğine sabrederek imtihanı kazandın. Allah gönülden ilticanı kabul etti. Çilen, artık bitti. Sabah namazından sonra ilk işin Hekimoğlu Ali Paşaya gitmek olsun. Ona benden selam söyle. Sana bin altın versin. Rüyana inanmayacak olursa, her cuma gecesi okumayı âdet edindiği salavatları, bu cuma gecesi okumadan yattığını söyle. Bu onu sana inandırmaya yeter.

Fakir kişinin, sabah ilk işi, Hekimoğlu Ali Paşa­ya gitmek olur. Gördüğü rüyayı ona aynen anlatır. Neticeyi bekler.

Ancak, Paşada henüz bir hareket yoktur. Sade­ce:

- Efendi, şu rüyanı bir daha anlat, der. Fakir adam, bir daha anlatır.

Paşa yine tekrar eder:

- Bir kere daha anlat!

Bu anlatma işi, 7 kere tekrarlanır. Fakir üzülür, ümidi kesilmiş halde:

- Paşam, eğer rüyama inanmıyor, değer vermi­yorsan açıkça söyle. Beni tekrar tekrar konuşturup boşuna yorup durma.

Paşa, bu karşılıktan irkilir:

- Haşa, haşa! İnanmamak ne demek? Hele değer vermemek söz konusu bile olamaz.

Tam tersine, bu anlattığın benim için hayatımın en değerli, en mutlu olayıdır. Öylesine değerli ki, bu, olay benim için, bin altınla filan geçiştirilecek bir hâ­dise değil. Resûlüllah'ın selamına nail olduğumu müjdelediğin bu rüyayı her anlatışına, bin altın de­ğer biçiyor; tekrar tekrar anlatmanı, seni daha fazla mükafatlandırmak için istiyorum

Şimdiye kadar 7 defa anlattın. Benden 7 bin al­tın almaya hak kazandın.

Paşa, bu sözleri söyledikten sonra, hizmetçisini çağırır, tam 7 bin altını rüya sahibi fakirin kucağına birer birer saydırır.

Resûlüüah aşığı yoksul. Paşanın yanından evine, almayı beklediği bin altın yerine, 7 bin altınla döner. Çoluk çocuğu ile bundan sonra, ömür boyu mutlu ve ferahlı bir hayat sürer.

Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.17

Şu İki Adamdan Beni Kurtar!

13:48:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Suriye atabeklerinden Nureddin Zengi, 12'nci asrın sonlarına doğru Ortadoğu'ya akın etmiş Haçlı askerlerini küçücük ordusuyla püskürtüp, o günkü İslâm dünyasını Haçlı tasallutundan uzun müddet koruyan büyük bir devlet adamıdır. Haçlılarla müca­dele bayrağını kendinden sonra, Selâhaddin Eyyubî'ye bırakarak Halep civarında ruhunu teslim et­miştir.

Nurettin Zengi, bir gece, Halep'te Hazret-i Resülüllah'ı rüyasında görür.

Kendisine tebessüm ederek bakan Resûl-i Ekrem Efendimiz, iki mübarek parmağıyla iki adamı işaret ederek:

- Nureddin, şu iki adamdan beni kurtar! Der.

Heyecanla uykudan uyanan Nureddin Zengi, bir müddet düşünceye dalar ve tekrar uyur; fakat aynı rüyayı, aynı gece üç defa görür. Her defasında Haz­ret-i Resûlüllah:

- Nureddin, şu iki adamdan beni kurtar! Diye­rek, iki kır saçlı kimseyi göstermektedir.

Sabah namazını kıldığı büyük Cami'deki Hoca Efendi'ye, bu rüyasını anlatır. Hoca efendi:

- Hazret-i Resûlüllah, bir tehlikeye maruzdur. Derhal gitmelisin! Diye rüyayı tabir eder.

Hemen bir askeri birlikle yola çıkan Nureddin Zengi, bir çok kıymetli hediyeleri de beraberine ala­rak, Medine'ye doğru ilerler.

Bir haftadan fazla süren bir yolculuktan sonra, nihayet Peygamber şehri Medine-i Münevvere'ye va­rır.

İlk iş olarak, Hazret-i Resûlüllah'ın kabrini ziya­ret eder. Sonra bütün Medine halkını, getirdiği hedi­yeleri dağıtmak üzere oraya toplar.

- Sizler, Hazret-i Peygamberdin aziz komşularısı­nız, bu hediyelerimi lütfen kabul edin, diyerek her­kese ayrı ayrı yardımda bulunan Nureddin Zengi; rüyasında kendisine gösterilen adamlara, gelenler içinde rastlayamaz. Bu defa tekrar sorar:

- Buraya gelmeyen kimse kaldı mı acaba?

- Evet, derler. İki sene evvel batıdan gelmiş iki kimse var ki, onlar hiçbir hediye almazlar, sön dere­ce cömert kimseler, gece gündüz evlerine kapanıp ibadetle meşgul olurlar. İçimizde en sâlih kimseler olarak görünürler. İşte o iki zât burada yoklar. Evle­ri de Resûlüllah'ın kabr-i saadetinin yakınında, şu­rada...

Derhal bu iki şahsın yanma giden Nureddin Zengi, güç belâ kapıyı açtırınca, bir de bakar ki, Hazret-i Resûlüllah'ın rüyada gösterdiği kır saçlı iki adam bunlardır.

Evin ortasında büyükçe bir hasır serili, fakat başka hiç bir şey yok. Etrafı iyice tetkik eden Zengi'nin aklına bir ara şüphe gelir.

- Şu hasın kaldırın bakayım, der.

Kır saçlı adamlar hasın kaldınnca, altında bü­yükçe bir merdivenin yerin altına doğru uzandığı görunur.

Bu merdivenden yerin derinliklerine doğru inen adamlar, buradan da Resûlüllah'ın kabrine kadar bir mahzen açmışlardır. İşte o günlerde de, tam altı­na geldikleri Ravza-i Mutahhare'yi delip, Resûlül­lah'ın mübarek vücudunu çalmaya hazırlanmışlar­dır. Daha sonra da ilk fırsatta mübarek naaşı Avru­pa'ya kaçırmayı düşünmektedirler.

Hükümdar Nureddin Zengi'nin sıkıştırması üze­rine her şeyi itiraf eden bu iki adam, kendilerinin Av­rupa'dan geldiklerini, Resûlüllah'ın mübarek vücu­dunu kaçırmak için torbalar dolusu altına pazarlık yaptıklarını apaçık söylerler.

Medine halkını hayretlere düşüren bu olay üze­rine, suçlular gereken cezayı görürler.

Daha sonra da Ravza-i Mutahhare'nin etrafını kazdırarak kurşun duvar çektiren Nureddin Zengi, Resûlüllah'ın rüyadaki işaretiyle böyle gizemli bir olayı ortaya çıkaran kimse olur.

Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.20

Güzeller Güzeli de Çanakkale'ye Yardıma Geldi

10:54:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Yıl, 1928... Alim, arif ve zarif insanlardan biri, Alasonyalı Cemal Öğüt, hacca gider. Çanakkale Zaferi'nin üzerinden tam 13 yıl geçmiştir. Hocaefendi, Medine'de, birçok değerli zevat ile tanışma fırsatı bu­lur. İşte bu mübarek zatlardan biri de, Efendimiz'in türbedandır. Bu Hak dostu, aynı zamanda sadık bir Osmanlı dostudur. Osmanlı der, başka bir şey de­mez. Cemal Öğüt sormaktan kendini alamaz:

- Niçin bu derece muhabbet.?

Bu pir-i fani olmuş, nurlaşmış adam, hiç durak­samadan şu cevabı verir:

- Osmanlı'yı, İslam namına sevmek için, bir ha­tıram bile bana yeter.

Hocaefendi'nin ısrarı üzerine, o eşsiz hatırayı şöyle açıklar:

- 1915 haccına, Hindistan ulemasından bir zat da gelmişti. Bu zat, deruni dünyası zengin bir Allah dostu idi. Hacdan sonra, Resûlullah'ı ziyaret için, Medine'ye gelmişti. Bir türlü gözünün yaşı geçmeyen o mubarek zata, "niçin bu derece üzüntülü olduğu­nu" sorduğumda, o, gözyaşlarını daha da çoğaltarak şu cevabı verdi: - Bunca 30! sonra, nasip oldu, O Güzeller Güzeli'ni ziyarete geldim. Fakat müşahede ettim ki, Resullah (sav) makamında değil. Yoksa, benim kalp gö­züm mü körelmiş?.. Resûlullah'ın varlığım neden hissedemiyorum? İşte, Medine'ye geldim geleli, bu düşüncelerle perişanım.

Yaşlı türbedar, o gece rüyasında, Güzeller Güzeli'ni görür. Hindistanlı Alim'in anlattıklarını hatırlar. Bunu Allah Resulüne sorar. Allah'ın Resulü, onu merakta bırakmaz ve şöyle buyurur:

- Evet, hissedilen doğrudur. Ben şimdi Medi­ne'mde değilim. Çanakkale'deyim... Zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum.

Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.75