Faydalı Paylaşımlar..

16 Ekim 2014 Perşembe

Huzur

12:54:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Halkı tarafından sevilen bir kral, bir gün huzuru en güzel resmeden sanatçıya büyük bir ödül vereceğini duyurdu.

Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı. Kral sadece iki tabloyu beğendi.

Tablonun birinde bir göl vardı. Göl bir ayna gibi yüksek dağların görüntüsünü yansıtmaktaydı. Üst tarafını pamuk beyazı bulutlar süslüyordu.

Resme kim baksa mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.

Diğer tabloda dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Gökyüzünde yağmur yağıyor, şimşek çakıyordu. Dağın eteğinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu.

Resim hiç de huzurlu görünmüyordu.

Kral resimde şelalenin altındaki kayalıklarda mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üzerinde ise bir kuş yuvası vardı. Yuvada anne serçe yavrularını besliyordu.

Ödülü ikinci resim kazandı. Kral sebebini şöyle açıkladı:

-Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur zorluklara rağmen yüreğimizin huzur bulmasıdır.

Yazar:Sema Maraşlı

Bir Gün Mutlaka

11:04:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Bir gün, çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde, yetişmem gereken uçaklar ve ödenmesi gereken faturalarla meşguldüm.

Ben uzaklardayken yürümeyi öğrendi. Konuşmayı da öyle.

Ve biraz büyüdüğünde, “Senin gibi olmak istiyorum baba” demeye başladı. “Ben de büyüyünce senin gibi olacağım.”

İşyerine telefon açıp, “Baba, eve ne zaman geleceksin?” diye sorardı ikide bir.

“Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğlum. Ama geldiğimde birlikte güzel bir vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.”

Yıllar öylece geçip gitti.

Oğlum on yaşına geldi.

Ona güzel bir top aldım.

“Top için teşekkürler baba!” dedi, “Haydi oynayalım.”

“Bu hafta sonu tamamlamam gereken işler var” dedim. “Bugün olmaz, haftaya, tamam mı?”

“Tamam” dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi.

“Büyüyünce baba” dedi, “ben de senin gibi olmak istiyorum.”

Yıllar öylece geçip gitti.

Oğlum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra üniversiteden mezun oldu.

Bu durumda, başka birçok baba gibi, benim de söylemem gereken birşeyler vardı.

“Seninle gurur duyuyorum” oğlum dedim. “Gel, şöyle biraz oturalım; sana diyeceklerim var.”

Başını salladı ve gülümseyerek:

“Arkadaşlara sözüm var baba” dedi. “Sen arabanın anahtarlarını verebilir misin bana? Sonra görüşürüz, oldu mu?”

Yıllar öylece geçip gitti.

Emekli oldum. Artık bol bol vaktim vardı. Oğlum ise başka bir şehirde iyi bir iş bulmuştu, orada yaşıyordu.

Bir gün ona telefon ettim. “Eğer sence de uygunsa, hafta sonu buraya gel de hasret giderelim” dedim.

“Sevinirim baba” dedi. “Bir bakayım, müsait bir vakit bulabilirsem, gelirim. Ama şu sıralar işlerim çok yoğun. Fakat seninle görüşmeyi ben de istiyorum, baba.”

“Peki, ne zaman gelirsin oğlum?”

“Ne zaman olur bilmiyorum, baba. Şimdi bir iş görüşmem var, ona yetişmem gerek. Sonra ararım seni. Geldiğimde birlikte güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.”

Ve telefonu kapattığımda, oğlumun çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini anladım.

Çocukluk hayalini gerçekleştirdiğini...

Örnek aldığı babasına benzediğini... Büyüyünce tıpkı babası gibi olduğunu...

Kaynak:Yaşanmış Öyküler Kitabı / Zafer Yayınları
(İngilizceden Tercüme: Emine Aydın)

ANNE GÜVERCİN

06:27:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Güzel bir yaz günüydü. Batur elinde sapan evlerinin yakınındaki ağaçlıkta kuş avına çıkmıştı. Gözleri radar gibi dikkatle çevreyi tarıyordu. Birden arkasında bir ses duydu: ’Vurma kuşları.’ Döndü, baktı. Seslenen yabancı değildi. Mahalle arkadaşı Sarper’di: “ Ne istersin şu küçük yaratıklardan bilmem ki? Ne zararı var onların sana? Bırak ötsünler, uçsunlar, kanat çırpsınlar. “ Batur: “ Sarper yine mi sen? Bu kaçıncı? İşime karışma demedim mi ben sana? Bak kuşları ürküttün, kaçıp gittiler. Kuş vurmak yasak mı yani? “ Sarper: “ Yasak tabii. Şu sıralar kuş yavrularının büyüme zamanı. Batur: “ Amma yaptın ha.. Yasakmış.. Yasaksa yasak. Kim bilecek benim kuş vurduğumu? Çevrede bir yığın kuş var. Bir kuş vursam kuş kıtlığına kıran girmez ya, kuş nesli tükenmez ya. Bana bak Sarper, sen iyi bir arkadaşsın, fakat şu kuş işine karışma “ dedi ve ses çıkarmamaya dikkat ederek usul usul ilerlemeye başladı. Yirmi metre kadar gittikten sonra bir ağacın altında durdu. Sapanını yukarıya doğru kaldırdı. İyice nişan aldıktan sonra sapanındaki taşı fırlattı. Taş hedefini bulmuştu. Kuş yere düşerken aynı anda havalanan bir başka kuşun kanat sesleri duyuldu. Batur az ötesinde yere düşen kuşu aldı. Kuş can çekişmekteydi. Hemen kuşun kafasını kopardı. Kendisine doğru yürümekte olan Sarper’e dönerek: “ Nasıldım ama? Tek atışta hedef on ikiden. Tık kafa gitti. Tüylerini yoldum mu, küçük bir ateş yakarım. Cız bız. Sonra deyme keyfime “ dedi.

Arkadaşının sözlerine aldırış etmemesine içerleyen Sarper: “ Ne desem, ne söylesem boşuna. Başkalarının senden daha iyi düşünebileceğini hiçbir zaman kabul etmezsin zaten. Vurduğun bir yabani güvercin yavrusu. Yirmi gram et ya çıkar, ya çıkmaz. Hem düşünmediğin bir şey var. Bu yere düşerken kanat sesleri duymuştuk. Herhalde anne güvercindi uçan. Yabani güvercinler bildiğim kadarıyla kin tutarlar. Yavrusunu vurmakla hiç iyi yapmadın “ dedikten sonra geriye dönerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Batur daha sonra ağaçlığın kenarında küçük bir ateş yaktı. Buraya gelirken yavru güvercinin tüylerini yolmuş ve iç organlarını temizlemişti. Kuşu pişirmeye başladı. Fakat arka tarafındaki ağaçlardan birinde üzgün ve yaşlı bir çift gözün kendisini izlediğinin farkında bile değildi.

Anne güvercin bir taraftan yavrusunu vuran çocuğu seyrederken, bir taraftan da düşünüyordu: “ Aslında elinde bir çocuğun bize doğru yaklaştığını görmesek, duymasak bile hissederiz. Fakat biz kuşlar, ağaç dalları üzerinde otururken dalar gideriz. Geçmişi düşünürüz. Hatıralar gözlerimiz önünde canlanır. Doğrularımız, yanlışlarımız aklımıza gelir. Çoğu zaman da hayaller kurarız. Bunlar genellikle tadını damağımızda hissedeceğimiz hayallerdir. Yani gerçek olmasını istediğimiz. İşte bu gibi durumlarda bir sapanın veya bir tüfeğin bize doğru nişanlandığını görmemiz yahut yaklaşan birinin hışırtısını, ayak seslerini duymamız mümkün değildir. Biricik yavruma uçmayı öğretiyordum. Yavrum çok yorulmuştu. Bir ağacın dalına konduk, dinleniyorduk. Etraftaki ağaçlar kuş doluydu ve sanırım çoğu da benim gibi hayallere dalmıştı. Küt diye bir ses duydum ve yavrumun feryadı ile kendime geldim. Baktım yavrum vurulmuş düşüyordu. Kanatlarımı çırptım ve uçtum. Havada geniş bir daire çizdikten sonra olayın olduğu yere döndüm. Çevrede kuş yoktu, hepsi kaçıp gitmişlerdi. Olayın nasıl olduğunu kuşlardan sorar, öğrenirim. Neyse bırakayım şimdi bunları düşünmeyi. Yavrumu vuran çocuk kalktı, gidiyor. Gözden kaybetmeden takip edeyim şunu. Evinin nerede olduğunu öğrenirim hiç olmazsa. “

Batur yolda gördüğü bir arkadaşıyla konuştuktan sonra oturdukları apartmanın kapısından içeriye girdi. Oturdukları daire 4. kattaydı. Anne güvercin karşı sokaktaki bir apartmanın çatısında saatlerce bekledi. Akşam olunca odaların, salonların ışıkları yanmaya başladı. Yavrusunu vuran çocuğun girdiği binanın oda ve salonlarını kontrol etmeye başladı. Örtülmeyen veya aralık bırakılan perdelerin arkasından içeri bakıyordu. 4. kattaki balkonun korkuluk demirlerinin üzerine kondu. Şöyle bir etrafına bakındı, bir tehlike var mı diye. Sonra ağır ağır başını pencere tarafına doğru çevirdi. Perdesi kapatılmamış pencereden içerisi rahatlıkla görünüyordu. Ve onu gördü…tam karşıda oturmuş, yanındaki birkaç kişiye bir şeyler anlatıyordu. El-kol hareketleri yapıyor, kahkahalarla gülüyor, etrafındakileri güldürüyordu. Onun son derece neşeli hali içini sızlattı. Bu sahneyi daha fazla görmeye dayanamadı, kanatlarını çırptı ve simsiyah gökyüzüne doğru uçup gitti. Daha sonraki günlerde Batur evlerinin yakınındaki ağaçlıkta sık sık kuş avına çıktı. Fakat hayret!..Her zaman pek çok kuşun bulunduğu bu ağaçlıkta bir tek kuşa rastlayamıyordu.

Batur, yine bir gün elinde sapanıyla buraya geldi. Çevreden çıt çıkmıyordu, etrafta hiç kuş yoktu. Tam yavru güvercini vurduğu ağacın altına gelmişti ki, aniden kanat sesleri duydu. Şaşırmıştı. Üzerine doğru dalışa geçen kuşu son anda fark etti. Elleriyle yüzünü kapatması onu yaralanmaktan kurtardı. Kuş çığlıklar atarak hemen ikinci defa saldırıya geçti. Bu saldırı birincisinden çok daha şiddetli oldu. Kuşun kanat vuruşları birer tokat gibi yüzüne gelen Batur, sırtüstü yere yuvarlanırken eliyle kuşa sert bir darbe indirdi. Kuşun ilerdeki çalılıkların arasına düştüğünü gören Batur, arkasına bile bakmadan kaçıp gitti. Batur o gece hiç uyuyamadı. Yatağında devamlı olarak bir o yana, bir bu yana döndü, durdu. Sabaha karşı şafak sökerken o kuşun kim olduğunu ve kendisine neden saldırdığını anlamıştı. O kuş, birkaç gün önce vurduğu yavru güvercini annesiydi. Demek ki anne güvercin yavrusunu vuranı unutmamış, devamlı olarak takip etmişti. Kuş vurmak için ağaçlığa gelirken orada bulunan kuşların kaçıp gitmesini sağlamıştı. Bu birkaç gündür ağaçlıkta hiç kuş görememesinin nedenini ortaya çıkarıyordu. Korkunç bir takip altındaydı. Eğer kuş vurmaya devam ederse anne güvercinin felaketine neden olacağını anladı. Zararın neresinden dönülürse kardı. Bir daha kuş avına çıkmazsam anne güvercin belki peşimi bırakır diye düşündü. Zaten sapanını anne güvercin ile boğuşurken düşürmüştü. Bundan sonra kuş vurmayacağına söz verdi.

Anne güvercin ise, Batur ile yaptığı mücadeleden sonra yerde bulduğu sapanı gagasının arasına kıstırıp uçup gitmiş, uzaklara, çok uzaklara, kimsenin onu bulup bir daha kuş vurmasına imkan bulamayacağı kadar uzaklara giderek oralarda bulduğu bir çukura sapanı atmış ve üzerine toprak, yaprak ne bulduysa doldurarak gömmüştü. Anne güvercin daha sonraki günlerde ağaçlığın kenarında nöbet tutmaya devam etti. Birisi buraya gelmeye kalksa hemen ağaçlar üzerinde dinlenen, uyuklayan veya hayal kurmakta olan kuşları uyaracak ve bu ağaçlıkta kimsenin kuş vurmasına izin vermeyecekti. Böylece aradan haftalar geçti. Sonbaharın gelmesiyle havalar soğumaya başladı. Bütün göçmen kuşlar gibi anne güvercin de grubuyla birlikte kışı geçirmek için sıcak ülkelere göç etti. Ertesi yıl nisan ayında anne güvercin grubuyla birlikte tekrar bu ağaçlığa geldi. Günler çok sakin ve olaysız geçiyordu. Anne güvercin fırsattan istifade ederek üç tane yumurta yumurtladı. Bu yumurtaların üzerinde günlerce kuluçkaya yattı. Sonunda yumurtalar çatladı ve üç tane minimini yavru sahibi oldu. Yaz mevsimi boyunca yavrularını büyüttü, onlara uçmayı öğretti. Hayatta kendilerine yönelebilecek tehlikelere karşı daima uyanık durumda bulunmayı öğütledi. Batur verdiği sözü tuttu. Bir daha onu kuş vururken gören olmadı.

Aslında kuş neslinin bir iki türü dışında bilinçsizce avlanması doğal olarak yasak olmalıydı. Çocuklara, özellikle ilköğretim çağlarında, bu durum tüm çıplaklığıyla anlatılmalıydı. Onlar işin önemini kavradıkları takdirde kuş avlama işine kendiliklerinden karşı çıkacaklardı. Kuşların da canı vardı. Onlar da can taşıyorlardı. Bir de kalpleri vardı, sevgi dolu, sevecen, başkaları için, kötülük düşünmeyen. Canları sıkılınca gökyüzüne yükselirler, özgürce uçarlar, yoruluncaya kadar kanat çırparlardı. Kuşlar, zararlı böceklerin, sineklerin hızla çoğalmasını önleyerek doğadaki hassas dengenin bozulmasına engel olurlardı. İnsanlığa, insan yaşamına değer veren herkesten uymalarını istediğim bir kural var: Vurmayın kuşları.

Yazan: Serdar Yıldırım