Faydalı Paylaşımlar..

28 Haziran 2015 Pazar

Yusuf'un Hikayesi

12:13:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Kanallarında kuğuların, martıların ve ördeklerin gezindiği, güvercinlerin bu gezintiye kıyılardan eşlik ettiği, yemyeşil meralarında mübarek hayvanların tesbih ederek dolaştıkları bir köy kadar şirin küçük bir ülke olan Hollanda’da Müslüman olmuş bir Hollandalı ile tanıştık.

Yeşil gözleri, beyaz teni ve kumral saçlarıyla tipik bir Hollandalıyı, pırıl pırıl bir çehreyle görmek pek alışılmış bir şey değildir. Bir arkadaşın evindeki sohbete karşılaştığımız bu “milyonda bir” talihliyle konuşmaya başladık:

- İsminiz?

-Yusuf.

- Maşaallah... Peki, niçin bu ismi tercih ettiniz?

- Yusuf Aleyhisselam’ı kuyuya atmışlar. Annem babam da beni 15 yaşımda sokağa atı.

Bir anne ve babanın hayatlarını daha iyi yaşamak için evlatlarına tekmeyi yapıştırmalarını biz istesek de anlayamayız. Ama o böyle şeylerle çok karşılaştığını ima edercesine, dudağında acı bir tebessüm, bir tekme işareti yaparak anlatıyordu nasıl evden atıldığını.

- Peki ya sonra?

- Sonra ben çok kötü işlere girdim, hapishaneye düştüm. Allah’a dua ediyordum, “Allah’ım ne olur kurtar beni, hangi din güzelse onu seçtir bana” diye. Havasının soğuk, binalarının soğuk, insanlarının soğuk olduğu bu ülkede böyle bir manzarayla karşılaşmak, sarp yamaçlarda tek tük biten çiçeklerle karşılaşmak kadar hayret vericiydi. Hapisten çıktıktan sonra dinleri araştırmaya başladım. Bir gün Müslümanların daveti üzerine gittiğim bir sohbette masanın üzerinde Kur’an’ı gördüm. Kur’an adeta konuşuyor, “Oku, oku beni” diyor, bir mıknatıs gibi beni kendisine çekiyordu. Daha sonra aldığım Kur’an mealini okudukça gözüm gönlüm açıldı ve hidayet bana nasip oldu.

Yusuf Müslüman olduktan sonra İslam’ı yaşamak için çok gayret sarf etmiş; fakat maalesef etrafındaki eski kötü arkadaşları onun peşini bırakmamış- lar, Yalnız kalan Yusuf eski günahlara meyleder gibi olmuş. İçine tekrar düştüğü zulmetlerden nasıl bir ikazla çıkarıldığını Yusuf şöyle anlattı:

- Tekrar günah işlemeye başladığım zaman kendimi ateşin içine düşmüş gibi hissettim. Sanki vücudum yanıyordu. Garip şeyler duymaya başlamıştım: “İnneke fi zulümat” (Sen karanlıklardasın) sesi kulaklarımda yankılanıyordu. Ne zaman gözüm harama kaysa “İnnallahe semian basira” (Allah herşeyi işiten ve görendir.) sesini duyuyordum.

Bundan sonra Yusuf bu çevreyi terk etmesi gerektiğine karar verir.

Bu arada bir gün, terasa bıraktığı motosikletinin üzerine komşusunun çocuğu çıkar, çocuk düşer ve ayağını incitir. Yusuf ise evde her şeyden habersiz, yeni sünnet olmuş, yalnız başına kalmaktadır:

- Birden yine bir ses işittim: “Yusuf, kalk Allah’a dua et, seni öldürmeye geliyorlar.” Ben de dua ettim: “Allah’ım, şu şu arkadaşları benim evime gönder” dedim.

Psikolojik rahatsızlıkları olan komşusu, birkaç kişiyi yanına alıp elinde bir zincirle kapıya dayanmış. Tam o sırada isim isim saydığı o arkadaşları gelmiş, kendisini kurtarmışlar.

Yusuf, hayatının düzene girmesi için Müslüman birisiyle evlenmesi gerektiğini düşünmüş. 0 sıralarda evliliğiyle alakalı üç rüya görmüş. Birincisinde bir arkadaşıyla birlikte uçakla Türkiye’ye gidiyorlar. İkincisinde hanımının evini, kendisini ve isminin Fatma veya Fadime olduğunu, üçüncüsünde ise hanımıyla babası arasında bir tartışmayı görüyor.

Aradan bir müddet geçtikten sonra bir Türk arkadaşı, evlilik hususunda kendisine yardımcı olmak istediğini söylüyor ve birlikte uçakla Türkiye’ye gidiyorlar. Konya’da birkaç kişiyle görüşüyor, fakat Yusuf rüyasındaki evi ve hanımını bulamıyor. Daha sonra bir köyden bir ailenin kızıyla görüştürmeye karar veriyorlar. Yusuf arabayla köye geliyor ve daha arabadan inmeden kızın ismini soruyor. Fatma olduğunu, bazen de Fadime diye hitap ettiklerini öğrenince sevincinden “Allahu Ekber!” deyip sıçrıyor.

Evde, müstakbel gelinin ikram ettiği kahveyi içerken çok utandığını, buram buram terlediğini söyledi. Eski hayatını düşününce, onu değiştiren dinamiklerin ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha tasdik ettik.

Evlilikten sonra gördüğü rüyalardan hanımına da bahsetmiş. Hatta babasıyla aralarında geçen tartışmayı bile cümle cümle nakletmiş. Hanımı da:

Sen nereden biliyorsun bunları” diye şaşkınlığını ifade etmiş. Kaderin garip bir cilvesi olarak kendisi de hep Avrupalı bir Müslüman’la evlenmek için dua edermiş.

Yusuf başından geçen bir hadiseyi daha anlattı:

- Bir gün Almanya’daki bir arkadaşımı çok özledim. Fakat bende adresi yoktu. Yine de Almanya’ya gittim. Bir taksiye bindim ve taksiciye beni herhangi bir camiye götürmesini söyledim. Caminin önünde inip kaldırımda yürürken arkamdan bir ses işittim: “Yusuf, ne arıyorsun burada?” Arkadaşım bana sesleniyordu.

Bu tür garip hadiselerden ve daha önceleri duyduğu seslerden oldukça etkilenmiş olmalı ki, bir ara doktoruna bunların sebebini sormuş. Doktor, halüsinasyon deyip geçiştirmiş. Bize de sebebini sordu: “Samimiyet ve ihlas” dedik.

Samimiyetle çevresine de oldukça tesir etmiş. Bir gün bir Türk arkadaşına: “Sen cuma Müslümanısın” demiş. Arkadaşı böyle bir şeyi, sonradan Müslüman olmuş birinden işitince vurulmuşa dönmüş. Aradan çok geçmeden o da beş vakit namaz kılmaya başlamış.

Bir gece rüyasında şeytanı görmüş, şöyle anlattı rüyasını:

-. Elinde süslü süslü yüzükler vardı. İnsanlar sıraya girmiş elin öpüyordu. Ama ben öpmedim.

Yusuf, dünyanın suni ve fani güzelliklerinin insanı tatmin edemeyeceğini idrak etmiş. Şimdi dünyaya değil, Allah’a teslim olmuş kardeşlerini hararetle kucaklıyor.

Hayatın geçmiş ve gelecek aynaları arasındaki yansımaları kaderi cilveler halinde ruhunda tezahür etmiş. İlkokula giderken Arapça harfleriyle “Allah”, “Allah” yazdığını şimdilerde fark ettiğini söyledi.

Batı dünyasında eski Yusuf gibi, arayış içinde çok insan var. Her gün belki yüzlerce insan İslam’ı öğrenmek için belli yerlere müracaat ediyor.

Fakat maalesef, bu yerlerdeki insanların çoğu ya dili veya dini bilmiyor.Yetişmiş insanların açacakları kültür merkezlerinin büyük inkişaflara vesile olacağı çok açık. Almanya’da 8 yaşında bir Alman çocuğu kendi yaşlarında bir Türk çocuğunun irşadıyla İslam’ı benimsemesi ve ağabeylerinin kaldıkları bir ışık eve gidip gelmeye başlaması (o ne anlattı, diğeri ne anladıysa!..), bir İngiliz’in Kocatepe Camii’ni gördükten sonra İslam’ı hayatına hayat yapması, ABD’- de bir Amerikalı’nın kendisine hiçbir şey telkin edilmediği halde şahit olduğu samimi havayı teneffüs edip muhterem bir zatın önünde Müslüman olduğunu ikrar etmesi ve “Bu yüzde, bu gözlerde yalan yok” diyerek, hıçkıra hıçkıra ağlaması gösteriyor ki, bu kadar gayretle bunlar oluyorsa, himmetlerimiz şahlanınca, Allah kim bilir neler gösterecek?

Kaynak: Metin Öztoprak / Hikaye - Mart 1996 Sızıntı Dergisi

0 yorum:

Yorum Gönder