Faydalı Paylaşımlar..

6 Kasım 2014 Perşembe

BEYAZ ÖLÜM

07:42:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Beş yaşlarında, üç çocuklu bir ailenin küçük çocuğuydum. Annem, babam, ablam, ağabeyim ve ben mutluluk içinde yaşıyorduk.

Mutluluğumuzu paylaştığımız, Fino adında sevimli mi sevimli bir de köpeğimiz vardı. Zamanımın çoğunu küçük bahçemizde, ağaçların altında köpeğimizle oynayarak geçirirdim.

Sabah olunca babam işine, ablam ve ağabeyim okula giderler, ben evde annemle yalnız kalırdım. Akşamın olmasını, ailemin bir araya toplanmasını dört gözle bekler ve okula giden çocukları pencereden imrenerek izlerdim. Benim okula gitme çağım daha gelmediği için gidemiyordum. Ama büyüyüp okula gitmeyi çok istiyordum.

Akşama doğru eve ablamla ağabeyim gelirdi. Derslerini yaptıktan sonra bahçeye iner, çok güzel vakit geçirirdik.

Akşam olunca babam işten gelir, huzur içinde yemeğimizi yer, sohbet eder, televizyon izler, sonra da yatardık.

Günler böylece akıp gidiyordu. Aradan yaklaşık iki yıl geçmiş, benim de okul çağım yaklaşmıştı.

Bir gün babam işten geldi. Her zamanki gibi birlikte yemeğimizi yedik. Annem o akşam babamda bir farklılık hissetmiş olacak ki sordu:

- Ahmet Neyin var durgun gibisin?

- Size bir şey söyleyeceğim, çok önemli, hepinizin de fikrini almak istiyorum.

- Söyle bakalım seni dinliyoruz?

- Bu gün bir iş teklifi aldım, ama henüz karar vermedim. Eğer kabul edersem evimizi değiştirmek gerekecek. Maddi yönden de durumumuz daha iyi olacak.

- Baba, okulumuz ne olacak?

- Sizleri daha iyi okullara göndereceğim.

Ablam ve ağabeyim daha iyi bir okula gitmenin heyecanıyla, sevinç içinde gitmek istediklerini bildirdiler.

Babam anneme dönüp düşüncesini sordu:

- Hanım sen ne diyorsun?

Annem biraz kararsız görünüyordu. Yıllarca yaşadığı evinden, çevresinden ayrılıp uzak yerlere gitmek annem için zor görünüyordu. Değişik bir yere ayak uyduramayacağımız konusunda endişeleri vardı.

Babam bana bakıp

- Songül sen bir şey söylemedin, ne düşünüyorsun? dedi.

Benim o anda aklıma güzel bahçemiz, çok sevdiğim köpeğimiz geldi:

- Köpeğimizi de götürebilir miyiz?

- Kızım! Gideceğimiz yerin bahçesi olmayabilir. Apartman dairesinde zor olur. Bu yüzden götüremeyiz. Onu bir tanıdığımıza bırakırız. Özlediğin zaman geliriz, seversin.

Babamın cevabı oldukça canımı sıkmıştı. Fazla söz hakkım yoktu, bunun da farkındaydım. Köpeğimden, oyunlar oynadığım bahçemizden, mahallemizden, arkadaşlarımdan ayrılacağım için üzülüyor, ama kimseye bir şey söyleyemiyordum.

Uzun konuşmalar sonunda taşınmaya karar verildi. Taşınacağımız gün gittikçe yaklaşıyordu. Ablam ve ağabeyimin okulları tatil olmuştu. Günümüzün çoğunu bahçede Finoyla oynayarak geçiriyorduk. Fino, sanki onu bırakıp gideceğimizi hissetmiş gibi siyah gözleriyle yüzümüze bakıyor, yanımdan ayrılmıyordu. Bizi eğlendirmek için her türlü oyuna başvuruyordu.

Taşınacağımız gün gelip çatmıştı. Bütün eşyalar önceki günlerde paketlenmiş, taşınmak için hazır hale getirilmişti.

Babamın çağırdığı kamyon geldiğinde bahçede Finoyla birlikteydim. Fino çok sessiz ve neşesiz görünüyordu. Sanki için için ağlıyor, "Gitmeyin!" dercesine yüzüme bakarak yalvarıyordu. Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Fino'yu komşumuz Elif teyzeye bırakıp gidecektik.

Artık eşyaların son kısmı da yüklenmiş ve yeni eve gitmek üzere bizleri bekliyordu. Sıra Fino'yu Elif teyzeye bırakmaya gelmişti. Ama içimden köpeğimden ayrılmak gelmiyordu. Babam, ben bu duygular içindeyken bana seslendi:

- Songül! Fino'yu artık bırakmalıyız, beraber mi bırakalım, yoksa ben bırakıp geleyim mi?

Biraz düşündükten sonra gitmemeye karar verdim. Babamın yanında gidersem Fino beni suçlayacakmış gibi bir duygu vardı içimde. Onu son bir kez daha okşadım, sevdim. Ağlayarak bizi bekleyen kamyona koştum. Bir daha arkama bakmadım.

Babam bir süre sonra köpeğimizi bırakıp geldi. Hepimiz kamyona bindik. Güzel mahallemizden, sevdiğimiz komşularımızdan, alıştığımız yerlerden ayrılıp hiç bilmediğimiz bir semte, tanımadığımız insanların yanına gidiyorduk.

Giderken son bir kez etrafıma baktım, bir de annemle babamın yüzüne baktım. Annem de belli etmemeye çalışarak için için ağlıyor, babam hüzünlü bir şekilde etrafına bakıyordu. Kardeşlerimse yeni semtin heyecanıyla sanki yerlerinde duramıyorlardı.

Artık gideceğimiz yere yaklaşıyorduk. Etrafta büyük apartmanlardan, vızır vızır işleyen arabalardan, koşuşturan insanlardan başka bir şey görünmüyordu..

Sonunda yeni evimizin önüne gelmiştik. Burası on katlı bir apartmandı ve biz beşinci kattaki dairelerden birine taşınacaktık.

Son eşyalar yukarı çıktığında akşam olmak üzereydi. Bütün eşyalar ortalıkta olduğu için oturacak yer bile yoktu. Annem, babam ve kardeşlerim yatacağımız yerleri hazırladılar. Yorgun bir şekilde yatıp uyuduk.

Sabah olunca taşıtların gürültüleriyle uyandım. Alışık olmadığım bu sesler beni rahatsız ediyordu. Ama alışmak zorundaydık hepimiz de.

Aradan günler geçti, yeni evimize, çevremize, mahallemize alışmıştık. Babam her zamanki gibi işine gidiyor, ama daha çok çalışıyor, eve geç geliyordu. Yorgun olduğu için yemeğini yedikten sonra hemen yatıyordu. Babamı daha az görür olmuştuk.

Annem, babamın yorgunluğundan dolayı bizimle ilgilenmemesinden şikâyetçiydi. Ablam ve ağabeyim sık sık dışarı çıkıyor, yeni yeni arkadaşlar ediniyorlardı. Bazen arkadaşlarıyla evimize geliyorlardı.

Son zamanlarda gelen arkadaşlarından ben hiç hoşlanmıyordum. Hepsi de kendini beğenmiş, ukala tipli kişilerdi. Annem kardeşlerimi sık sık uyarıyor; iyi, saygılı, dürüst, aile terbiyesi almış kişilerle arkadaşlık etmelerini istiyordu. Ama sözünü dinletemiyordu.

Yeni evimizde günlerimizi su gibi akıp gidiyordu. Okulların açılma zamanı da gelmişti. Ben de ilk defa okula gidecektim. Çok heyecanlıydım. Güzel kalemler, silgiler, defterler, çanta ve önlük alındı. Annem, beni okula götürüp öğretmenime teslim etti. Okulumu ve arkadaşlarımı çok sevmiştim. Öğretmenim de beni çok seviyordu.

Okulda bir dönem geçmiş, yarıyıl tatili gelmişti. 0 gün karnelerimizi alacaktık. Sabah erkenden her zamanki gibi okula gidecektim. Bu arada ablamın neşesizliği dikkatimi çekmişti. Annem de bunu fark ederek, "Neyin var kızım?" diye sordu. Kahvaltısını yapmakta olan babam, annemin sorusunu duyunca lafa karıştı:

- Hanım! Ne olmuş, neyi varmış Nurgülün?

- Bilmiyorum bey!

Ablam biraz kekeleyerek:

- Hiçbir şeyim yok, iyiyim baba! dedi.

Babam üstelemeyince de bir şey söylemedi. Okulda o gün karnelerimizi aldık. Bu benim ilk karnemdi. Bütün derslerim pekiyi idi. Çok sevinçliydim.

Eve gelince hemen karnemi anneme gösterdim. Annem çok sevinmişti. Beni öperek başarılarımın devamını diledi.

Eve ilk olarak ben gelmiştim. Akşama doğru ağabeyim geldi. Onun bir zayıfı vardı. Bu yüzden biraz üzgündü. Annem, üzülmemesi gerektiğini, yıl sonunda düzeltebileceğini söyledi. Biraz daha çok çalışması gerektiğini hatırlattı.

Aradan birkaç saat geçmesine rağmen ablam eve hâlâ gelmemişti. Merak etmeye başlamıştık. Bazı arkadaşlarına telefon açıp sorduk. Kimse onun nerede olduğunu bilmiyordu.

Akşam olmuştu. Her yer kararıyordu ki kapının zili çaldı. Gelen ablamdı. Başı öne eğik, elindeki karneyi masanın üzerine koyup bir şey söylemeden odasına geçti.

Annem karneyi alıp bakınca derslerinin çoğunun zayıf olduğunu gördü. Üzüntüsünün nedeni anlaşılmıştı.

Biraz sonra babam işten geldi. Annem olanları babama anlattı. Babam da çok şaşırmıştı. Çünkü ablam önceleri çok başarılı bir öğrenciydi. Hiç zayıf getirmemişti. Babam sinirli bir şekilde zayıfları görünce ablama seslendi:

- Nurgül buraya gel!

Ablam, babam tekrar seslendikten sonra geldi. Babam biraz da öfkelenerek sordu:

- Kızım bu karnenin hali ne!?

Ablam umursamaz bir tavırla cevap verdi:

- İkinci dönem düzeltirim baba!

- Düzeltebileceğinden emin misin?

- Evet, düzeltirim!

Babam ablamı fazla zorlamadı. 0 akşam sessiz bir şekilde yemek yendi. Herkesin morali bozuktu.

O geceden sonra ablam günden güne değişti. Zamanının çoğunu dışarıda geçiriyordu. Bize karşı tavrı da değişmişti. Gittiği yerler sorulduğunda bir şeyler uyduruyordu. Anlamadığımız bazı argo kelimeler söylüyor, anlamayınca da bizi aşağılayarak gülüyordu. Bu davranışlarına annemin çok canı sıkılıyor, sık sık ikaz ediyordu.

Annem yine bir gün ablamı uyarmaya çalışmıştı ki, sert bir şekilde karşılık verdi. Anneme hakaret ediyordu:

- Ben uygar bir insanım, istediğimi yaparım. Siz ne karışıyorsunuz, uygarlıktan ne anlarsınız, geri kafalısınız!

- Kızım uygarlık böyle olmaz, senin yaptığın saygısızlık. Sen her şeyden önce büyüklerine saygılı olmayı öğren. Ondan sonra uygarlığı bana öğret!

Annem duyduğu sözler karşısında donakalmıştı. Ablam kapıyı çarparak odasına girdi.

Bu annemle yaptıkları ilk kavga değildi. Annem; babam gelince olanları anlattı. Babam anlatılanları dinleyince çok kızdı.

Annem yine de anne yüreğinin ne kadar sevgi dolu olduğunu gösteriyor, babamdan kızının üstüne fazla gitmemesini de öğütlüyordu.

Babam annemin sözünü dinliyor, ablama nazik bir uyarıda bulunmaya çalışıyordu:

- Kızım! Annene söylediklerin hiç doğru değil. Senin böyle sözler söylemeye hakkın yok. 0 senin annen. Ona nasıl hakaret edersin?

- Neden hakkım olmasın? Ben özgür bir insanım, bana kimse karışamaz. Ne istersem yaparım!

Babam duydukları karşısında şoke olmuştu. Öfkeyle kendine hakim olamayarak ablama bir tokat attı. Bir hafta evden dışarı çıkmama cezası verdi.

İki gün sonra annem evde yokken bir telefon geldi. Telefonu ben açtım. Telefondaki Nur diye birini soruyordu. Ben, Nur diye biri olmadığını söyledim. Ablam telefonu aniden elimden çekerek aldı. Kısa bir konuşmayla randevulaştılar. Ablama:

- Senin adın Nur mu? dedim. Ablam öfkeli bir şekilde:

- Evet Nur! Nurgül eskidendi. Nurgül ismini sevmiyordum. Bu yüzden kısalttım,dedi.

Dışarı çıkmak için hazırlık yapmaya başladı. Ben şaşırmış bir halde çıkmasının yasak olduğunu hatırlattım. Nereye gittiğini sordum. Nereye gittiğini söylemedi. Annemin çantasından da bir şey aldı. Biraz sonra dönerim diyerek çıkıp gitti.

Annem gelince olanları anlattım. Annem hemen çantasına baktı. Biriktirdiği paralar ve altınları yoktu. Babama telefon açıp olanları anlattı. Babam telefon görüşmesinden sonra eve geldi.

Akşam olmuş, hâlâ ablam gelmemişti. Bütün tanıdıklarımızı, ablamın gidebileceği yerleri aradık, ama nafileydi. Sanki yer yarılmış, içine girmişti. Polise haber verilmesine rağmen aramalarımızdan sonuç alamamıştık.

Sabah oldu, ablamdan bir haber alamadık. Umudumuz gittikçe azalıyordu. Aradan üç gün geçtikten sonra polisten bir telefon geldi. Babamı arıyorlardı. Babam telefonda kısa bir görüşme yaptı. Morali bozulmuştu.

Annem merakla babama ne olduğunu sordu. Babamın gözleri yaşlarla dolmuştu. Çok üzgün görünüyordu. Annemin ısrarları üzerine:

- Yüksek dozda uyuşturucudan ölen bir genç kızın cesedini bulmuşlar bakmamı istiyorlar. Ben biraz sonra gelirim, dedi.

Babam telaş içinde evden çıkarken, annem hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Babam gittikten sonra ağabeyim annemi teselli etmeye başladı. Ben ise ilk defa adını duyduğum uyuşturucunun ne olduğunu bile bilmiyordum. Bir saat sonra babam geri geldi. Ağzını bıçak açmıyordu. Anlaşılan ceset ablama aitti.

Annem, babama soru soruyor, hem de yavrusunu kaybetmenin acısıyla gözlerinden yaşlar akıyordu.

Evet ablam ölmüştü, o artık yoktu. Bir daha gelmeyecekti. Hepimiz de son derece üzgündük. Ablam yanlış arkadaş seçiminin sonucu hayatından oldu. Hayatının baharında bu dünyadan ayrıldı.

Uyuşturucuyu yapanlara, satanlara, insanların hayatını karartanlara lanet ediyorum. Uyuşturucu bir zehir. Onu, biraz zevk alabilmek için sonlarını düşünmeden kullanıyorlar. Sonunda da hayatları feci bir şekilde bitiyor.

Şimdi ben ölen ablamın yaşlarındayım. Bu kötü olayı hiç unutmadım, unutmayacağım da.

Ablam kötü arkadaşlarının, uyuşturucunun kurbanı oldu. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Tüm gençlerin ailelerine saygı göstermelerini, onları küçük görmemelerini, uyarılarını dikkate almalarını istiyorum.

Ablam annemin uyarılarına uysaydı, babam bizimle biraz daha ilgilenseydi şu anda belki hayatta olacaktı

Kaynak: Gelin Gölü ,Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları

0 yorum:

Yorum Gönder