Faydalı Paylaşımlar..

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Dilekçe



Küçük çocuk, birinci sınıftaydı. Okuyup yazmaya henüz başlamış, “dilekçe” denilen şeyi de öğrenmişti. Artık ne istiyorsa bir dilekçe yazacak, altına da imzasını attığı anda, istediği şey olup bitecekti. 
Karne aldıkları gün, çantasını bir tarafa atıp sokağa çıktı. Yaşadıkları binanın ön kısmındaki alan, top oynamak için seçilen yerdi. Ama o kısa boylu ve çelimsiz olduğundan, maçlara alınmazdı. Bu durumda ister istemez misket oynar, ya da bisikletiyle dolaşırdı.

Küçük çocuğun babası, aynı binada kapıcılık yapıyordu. Allah bereket versin, aç değillerdi ama ay sonunu zor getiriyorlardı.

Çocuk, babasının hâlini bildiğinden, ondan bir şey istemeye çekiniyordu. Altındaki bisiklet, apartman sakinleri tarafından atılmış, kısacası çöpe bırakılmıştı. Küçük çocuk o bisikleti almış, iki yıl boyunca gezip durmuştu. Bisikletin her yeri döküktü. Üzerinde boya diye bir şey kalmamış, tüm metal kısımları paslanmıştı. Pedalları yamuktu. Selesi de taş gibi sertleşmişti. Esasında bu durumdan pek şikâyet etmezdi. Fakat bisiklet, geçen sene bile küçük gelmişti. Bu durumda, onu terk etmek zorundaydı.

Küçük çocuk bisikleti aldığı yere, tekrar çöplerin arasına koyduğunda, aklına çok parlak bir fikir geldi:

Bir dilekçe yazıp yenisini isterdi.

Ama nereden?

Dilekçeyi kime göndermeliydi?

Annesi, fakir olsalar bile, başkasına el açmayı çirkin bulurdu.

O halde?

O halde dilekçesini Allah’a gönderirdi. Zaten dedeciği de, Allah’ın çok zengin ve cömert olduğunu, insanlara ne kadar hediye verirse versin, zenginliğinin bir gram bile azalmayacağını sık sık tekrarlıyordu.

Çocuk, karar verince hemen işe koyuldu. Ve titizlikle yazdığı dilekçeyi, bir uçan balonun ipine bağlayarak, onu serbest bıraktı.
Dilekçesinde:

“Allah’ım! Bisikletim eskidi. Bana yenisini gönderir misin?” yazıyordu.

İmza yerinde ise, onu çağırırken kullandıkları isim vardı: “Ufaklık”
Küçük çocuğun gözü, bıraktığı balonunun üstündeydi. Sert bir lodos rüzgârı, onun yükselmesini engelliyor, binaların arasında gezdiriyordu. Sonunda balon, dar bir sokağa girerek gözden kayboldu.

Küçük çocuğun canı sıkılmıştı. Balonu gökyüzüne çıkarken görmemişti. Bu yüzden de dilekçesini tekrarladı. Köşedeki ihtiyardan bir balon daha alıp, ikinci dilekçeyi de gönderdi.

Rüzgâr o sırada biraz hafiflemişti. Balon hızla yükselirken, küçük çocuk onun arkasından dualar etti.

Çocuk, yaptığı işi anlatınca, arkadaşları ona gülüp geçti. Hatta dalga geçenler bile oldu. Fakat bunlar hiç önemli değildi. Dilekçesi yerine bir ulaşsın, bisikleti kesinlikle gelirdi.

Ufaklık, maç yapanları seyrederken, bisiklet taşıyan bir adam gördü. Her yanından ışıltılar saçan bu âlet, kim bilir hangi çocuğun karne hediyesiydi. Top oynayan çocuklar oyunlarını kesmiş, meraklı bakışlarla, o adamı izlemeye koyulmuşlardı.

Adam, onlara bir şeyler sorduktan sonra, çocuğun yanına kadar sokuldu ve yanağını okşayıp:

— Merhaba arkadaş! dedi. “Ufaklık” denilen adam sen misin?
Küçük çocuk ağzını açtı ama bir ses çıkartamadı. Cebindeki misketler, sanki tek tek boğazına dizilmiş, nefes almasını zorlaştırmıştı.

Sadece başını sallayabildi.

Adam, kısık bir sesle:

— Dilekçen kabul edildi ufaklık, dedi. Hediyeni inşallah beğenirsin.
Adam, bisikleti onun kucağına koyarken, küçük çocuğun titrediğini fark etti. Heyecandan al al olmuş yanaklarına, bir öpücük kondurup uzaklaştı.

"Bisiklet getiren adam" yan sokağa dönerek, üst kattaki dairesine çıktı. İçeri girdiğinde, kendisine doğru koşan küçücük bir kız:

— Baba! diye bağırdı. Pencereden içeriye uçan bir balon girmiş, biliyor musun?

Adam, onu kucaklarken:

— Biliyorum yavrum, diye tebessüm etti. Sen uyurken girmişti. İpine de bir kâğıt bağlamışlar.


Kaynak: Cüneyd Suavi, Hayatın içinden Hikâyeler.

0 yorum:

Yorum Gönder