Çocuğunu birkaç dakika önce dünyaya getirmiş olan mutlu anne, hemşireye, "Yavrumu görebilir miyim?" dedi. Bebek annesinin kollan arasına konulduğu zaman anne, çocuğunun yüzünü görebilmek için üstüne Örtülmüş olan tülbenti merakla kaldırdı. Bu sırada doktor hemen arkasına döndü ve dışarı bakmaya başladı. Çünkü çocuk kulaksız olarak doğmuştu. Zamanla çocuğun duyma melekesine sahip olduğu anlaşıldı. Yalnız, yüzünün görüntüsü hiç de iyi değildi. Bir gün, çocuk okuldan hüngür hüngür ağlayarak eve döndü ve kendisini annesinin kollan arasına attı. Küçük çocuk gözyaşları içinde annesine şöyle diyordu: "Benden büyük bir çocuk bana 'kulaksız' dedi."
Artık büyümüştü. Kulakları olmadığı halde güzel olduğu belli idi. Arkadaşları arasında da kendini sevdirmişti. Kulakları olmadığı için sınıf başkanlığına seçilememiş, fakat birer şiir, edebiyat ve müzik ödülü kazanmıştı. Annesi ona, arkadaşlarına yakınlık göstermesini önerdiği zaman, içinden derin bir üzüntü duyuyordu.
Gencin babası bir gün aile doktoru ile bu meseleyi görüştü. Acaba bir çare bulunamaz mıydı? Doktor, kulak sağlanabilirse ameliyatla ona kulak takılabileceğini söylüyordu. Ama bütün mesele kulağını feda edebilecek kişiyi bulmaktaydı. Bu kadar büyük bir fedakarlığı kim göze alabilirdi ki?
Aradan iki yıl geçti. Bir gün baba, kulaklarını verecek birini bulduğunu belirterek, artık ameliyat zamanının geldiğini söyledi. Fakat bunun kim olduğunu söyleyemeyeceğini de vurguladı.
Ameliyat başarıyla sona ermiş ve yepyeni bir görünüm ortaya çıkmıştı. Delikanlı zamanla okulda kendini gösterme imkanını buldu ve büyük başarılar sağladı. Eğitimini bitirdikten sonra evlenerek politikaya atıldı. Aradan yıllar geçti. Sonunda gencin, kendisi için büyük
Fedakârlıkta bulunan insanı öğrenme günü gelip çatmıştı, işin enteresan yanı, bu aynı zamanda delikanlının hayatının en üzüntülü günlerinden biriydi. Çünkü o gün delikanlı, annesinin cenazesinin başında bulunuyordu.
Babası yavaşça cansız olarak yatan annenin yanına yaklaşarak zavallı kadının saçlarını kaldırdı. Annesinin kulaklarının olmadığını hayretler içinde gören genç gözyaşlarını tutamadı ve kendini toparladıktan sonra şunları mırıldandı: "Oysa annem bana hep, 'uzun saçlı olmaktan çok hoşnutum' derdi."
Kaynak:İbrahim Refik, Hayatın Renkleri, Albatros Yayınları, İstanbul 2001, s. 47
0 yorum:
Yorum Gönder