Genç balıkçı, küçük bir adanın yanından geçerken karşılaştığı manzara karşısında büyülenmiş gibiydi. O ana kadar rüyalarında bile görmediği güzellikteki bir genç kız, rüzgarda savrulan kömür karası saçlarını deniz kabuklarından yaptığı bir bağcıkla zaptetmeye çalışıyor, bu arada yüklü bir şarkı söylüyordu. Balıkçının kulağına hafif bir meltemle ulaşan büyüleyici nağmeler, delikanlıyı bir anda aşık etmişti.
Balıkçı, eğer elinden gelse, o küçük adaya çıkmakta tereddüt etmeyecek ve bir ömür boyu sefalet çekeceğini bilse bile,hayatını en azından o kızın teneffüs ettiği havayı soluyarak geçirecekti. Ama son günlerini yaşamakta olan annesi yüzünden, av sonunda alacağı paradan vazgeçemezdi.
Genç adam, kalbini o adada bırakarak köyüne döndü.
Balıkçı, birbirini kovalayan yıllara rağmen genç kızı unutmadı. Annesinin ölmeden önce gösterdiği kızlardan hiçbir tanesi, o adadaki "bitane'sinin" yerini tutmuyordu.
Delikanlı, sonunda hayalleriyle yetinmeye karar vererek evlenmekten vazgeçti.
Balıkçı,aradan geçen yirmi yıl içinde iyice olgunlaşmış ve kendi gemisini alabilecek gücü bulmuştu.Sonunda biraz borçlanıp bunu başardı. Satın aldığı teknenin okyanusu bile aşabileceği söylendiğinde, adamın aklına gelen ilk şey, sevgilisini bir kere daha görmek oldu.
Balıkçı, hazırlıklarını tamamlayıp denize açıldığında, genç kızın şarkısını söylüyordu. Ağzından çıkan melodinin, o dünya güzelinin mırıldandığı nağmelerle hiç bir ilgisi yoktu. Bunu kendisi de çok iyi biliyordu. Ama o kızı hatırlatması yeterliydi.
On gün süren bir yolculuktan sonra ada göründüğünde, adamın kalbi çarpmaya başladı. Gözleri, eskisi gibi keskin değildi. Bu yüzden de, genç kıza rastladığı yerdeki palmiye ağacını seçebilmek için, gemisini adaya yaklaştırdı.
Evet evet, ağaç işte oradaydı.
Adam, bir esintiyle nemlenen gözlüğünü silerken, ta iliklerine kadar ürperdi. Çeyrek asırdır rüyalarını süsleyen sevgilisi yine aynı yerdeydi ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş vaziyette,kestane rengine dönüşen saçlarını tarayıp o güzel şarkısını söylüyordu.
Balıkçı, çok az bir kısmını hatırladığı melodiyi kızla birlikte tekrarlarken, onun yanına giderek konuşmayı düşündü. Yüreğini kavuran aşkını anlatınca, kız da onu mutlaka sevecekti. Belki de kurtarıcı bir prens bekliyordu. Sevgilisini alarak köyüne döner, o gelmese bile kendi kalırdı.İyi ama, hiç tanımadığı bu yabancı sularda nasıl avlanır ve gemisinin kalan borcunu nasıl öderdi?
Adam, beynini uyuşturan duygularla saatlerce boğuştu ve sonunda, tayfaların isteklerini bahane edip adadan uzaklaştı.
Balıkçı,daha sonraki yıllarda zengin oldu. Ve gösterdiği babacan tavırlarla, bütün herkesin gönlünü fethetti. Ama gönlünü çalan güzeli bir türlü unutamıyordu. Aynaya baktığında, her gün bir yenisini fark ettiği kırışıklıklar bile, ona sevgilisinin bulunduğu adayı döven dalgaları hatırlatıyordu.
Adam, "yeni bir hayat"ı özlediğinde, balıkçılığı bıraktı. Zaten av diye bir şey kalmamış ve yıllar yılı ciğerlerine işleyen poyraz, bir türlü dinmek bilmeyen öksürüğünü iyice azdırmıştı. Sonunda, doktor tavsiyesine uyarak sıcak bir ülkeye yerleşmeye karar verdi ve bu seyahat için de, "balık kokmuyor" dedikleri modern bir turistik gemiyi seçti.
Yaşlı adam, bir valiz eşya ile bindiği geminin en lüks kamarasına yerleşti. Teknelerin satışından elde ettiği para ile,her gittiği yerde krallar gibi yaşar, istediği eşyaları satın alırdı. Zaten hayatta hiç kimsesi yoktu. Gemideki yolcuların çoğu güvertedeydi. Ama adam, odasından çıkmadı. Bir ömür boyunca deniz gördüğü için, kamarasındaki küçük pencere yeterliydi.
İhtiyar adam, bir sabah geminin durduğunu fark ederek dışarıya baktığında, heyecandan ölecek gibi oldu. Yarım asırdan bu yana hasret duyduğu ada, elini uzatınca sanki tutabileceği bir mesafede duruyordu. Önce uzak gözlüğünü, sonra da yeni aldığı dürbünü deneyerek o palmiye ağacını aradı.
Evet evet!.. İşte tam oradaydı.
Ve aman Allah'ım!.. Altında da dünya güzeli sevgilisi...
Adam, titrek elleriyle pencereyi açınca, ada tarafından esen bahar kokulu bir esinti ile birlikte, yıllardır aşina olduğu şarkıyı duydu. Dürbünü aceleyle ayarlayıp sevgilisine yönelttiğinde, yüreği yerinden çıkacak gibi oldu. Altın sarısına dönüşen saçlarından başka, genç kızda hiçbir değişme yoktu.
Yaşlı adam, ceketini bile almadan kamarasından ayrıldı ve gemideki turistleri adaya götüren küçük teknelerden birine binerek karaya çıktı. Genç kızı gördüğü yer, adanın sarp kayalıklarla kaplı olan ucuydu ve bulunduğu ağacın altında da, ondan başka hiç kimsecikler yoktu. İhtiyar adam, nefes nefese kıza doğru yürüdü. Artık onu da birlikte götürmeye ve yanından ayırmamaya kararlıydı.Genç kız, adamın ayak seslerini duyup şarkısını kestiğinde, yaşlı adam:
- Sizi tam yarım asır önce gördüm!. diye kekeledi. Ve yirmi yıl kadar önce, bir kere daha. Yine buradaydınız ve aynı şarkıyı söylüyordunuz. Simsiyah saçlarınız, gitgide açılarak altın sarısı olmuş. Ama beni aşık eden güzelliğiniz, hiç bozulmamış.
Genç kız, ilk şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra:
- Siyah saçlı kız ha!. dedi. Kendisi, kestane rengi saçlara sahip olan kızıyla birlikte şu tepede yatıyor. Ben onun torunuyum. Ve ondan öğrendiğim şarkıyı söylüyorum.
Yaşlı adam, yıkılacak gibi olmasına rağmen, son bir gayretle kızın gösterdiği tepeye yöneldi. Kır çiçekleriyle çevrelenen iki mezarın birinde, deniz kabuklarından yapılmış bir saç bağı asılıydı. Adanın kristal parlaklığındaki sularına demirlenen turistik gemi, yolcuların dönmesi için ard arda ikazlarda bulunurken, yaşlı adam bulunduğu yere yığılıp kaldı.
Geminin genç kaptanı, ihtiyar adamın dönmediğini öğrenmişti. Ama onu aramaya hiç vakitleri yoktu. Elindeki dürbünle adaya bakınırken, bir palmiye ağacının altında şarkı söyleyen ve bu arada altın rengi saçlarını tarayan o kızı gördü.
Aman Ya Rabbi!..
Yıllar boyu aradığı kızı bulmuştu.
Genç kaptan, günün birinde o adaya mutlaka dönecek ve bir anda aşık olduğu sevgilisini oradan kurtaracaktı.
Kaynak: Hayatın İçinden -Sevgi Öyküleri (Cüneyd Suavi)-Zafer Yay.