Zamanın birinde cömertliği dillere destan bir halife vardı. O kadar cömertti ki yaptığı bağış ve ihsanların haddi hesabı yoktu. Bu halifenin devrinde son derece fakir bir bedevi bir çölde karısıyla birlikte yaşıyordu. Bir gün karısı fakirlikten usanıp şikâyete başladı. Dünyayı adama zindan etti. Adam kadına diller döktü nasihatler etti, sabrın fazi(etlerini anlattı fakat nafile kadın dinlemedi, sonunda da ağlayıp gözyaşı dökmeye başladı. Bunun üzerine adam dayanamadı.
"Ağlamayı bırak bir çare biliyorsan onu söyle." dedi. Kadın fırsatını yakalamıştı biraz daha ağlayıp nazlandıktan sonra:
"Halifeye git derdini anlat o sana ihsanda bulunur, çünkü halife İhsanda nisan bulutunu geçmiştir fakir fukaranın ümit kapısıdır." dedi.
Adam: "Yahu hatun iyi diyorsun da koskoca halîfenin huzuruna eli boş varılır mı, benim götürecek bir hediyem yok ne götüreyim, o kutlu kişinin huzuruna nasıl varayım?" dedi. Kadın:
"Sen halifeye bir testi yağmur suyu götür, çünkü tatlı su çok değerlidir. Halifenin suyu kim bilir nasıl acı ve içilmez bir sudur." dedi. Bu iş adamın da aklına yattı ertesi gün bir testi suyu alarak yollara düştü, günlerce gittikten sonra nihayet halifenin sarayına vardı.
Halifenin mihmandarları adamı karşılayıp güler yüzle tatlı sözler söyleyerek saraya aldılar. Halifenin sarayı Dicle nehrinin kıyısındaydı. Adam testideki suyu halifeye sundu, sonra getirdiği o suyu öve öve bitiremedi.
Halife suyu teşekkür ederek aldı. Testiyi altınla doldurarak adama geri verdi. Adamlarına:
"Çöl yolu uzundur bu zavallı adamı Dicle yoluyla, gemiyle gönderin." diye tembihledi.
Halifenin adamları bedeviyi gemiye bindirmek üzere Dicle'nin kenarına götürdüler. Bedevi gürül gürül akan tatlı sulu Dicle'yi görünce mahcup oldu. Halifenin bu ihsanı karşısında hayretler içinde kaldı.
Kaynak:Mehmet Zeren, Nil Yayınları, Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler s. 43
Cömertliğiyle tanınmış bir şeyh vardı. Bu yüzden bir türlü borçtan kurtulmazdı.
Şeyh yıllarca bulduğunu dağıttı, bundan dolayı da borcu arttıkça arttı, nihayet dört yüz dinara yükseldi.
Bir gün şeyh hastalandı öleceğini anlayan alacaklıları başına toplandılar. Şeyhe kötü kötü bakıyor, onun hakkında fena fena şeyler düşünüyorlardı. O sırada helva satan bir çocuk sokaktan geçiyordu. Şeyh hizmetçisine:
"Git şu çocuktan helvanın tamamını satın al da bu alacaklılar yesin, hiç olmazsa bir süre gönülleri hoş olsun." dedi.
Hizmetçi çıkıp helvacı çocuğu çağırdı, helvayı yarım dinara satın aldı, getirip şeyhin borçlularına ikram etti. Borçlular helvayı yiyip bitirdiler. Helvacı çocuk boş tepsiyi eline aldı ve ücetini istedi. Ölmek üzere olan Şeyh:
"Ben zavallı ve ölmek üzere olan bir adamım bende para ne arar." dedi.
Bunu duyan helvacı çocuk ağlayıp İnlemeye, feryada başladı. Alacaklıların buna iyice canları sıkıldı ileri geri söylenmeye başladılar. Çocuk ta ikindi vaktine kadar ağlayıp durdu. Şeyh bu sırada gözlerini yummuş çocuğa hiç bakmıyordu.
İkindi vaktinde bir hizmetçi elinde bir tabak içeriye girdi tabağı şeyhin önüne bıraktı. Şeyh hizmetçiye tabağı alacaklılarına vermesini söyledi. Hizmetçi tabağı alacaklıların önüne koydu. Tabağın örtüsünü açtıklarında herkes hayretler içinde kaldı. Zira tabakta -Şeyhin borcu olan-dört yüz dinar vardı. Tabağın bir kenarında da kağıda sanlı yarım dinar vardı. O yarım dinar da helvacı çocuğun parasıydı. Bu duruma şaşıran alacaklılar, utandılar şeyh hakkındaki kötü sözlerine ve yanlış zanlarından dolayı pişman oldular. Şeyhin ellerine sarıldılar:
"Ey ulu kişi bu işin sırrı, hikmeti nedir anlat bize." dediler. Bunun üzerine Şeyh:
"Ey insanlar bunun sırrı şudur. Ben bunu Allah'tan (c.c.) diledim. Cenabı Allah (c.c.) bana doğru yolu gösterdi. O paranın gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı. Helvacı çocuk ağiamasaydı rahmet denizi coşmazdı." dedi.
* Ey kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyi bil ki muradına erebilmen de ağlamana bağlıdır.
Kaynak:Mehmet Zeren, Nil Yayınları, Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâyeler s. 64