Faydalı Paylaşımlar..

23 Ekim 2014 Perşembe

İlmi Diyanet Mi? İlmi Siyaset Mi?

15:06:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Eski günlerin birinde, çok meşhur bir hoca varmış. Bilgisiyle, tecrübesiyle, yetiştirdiği kişiler ile ülkede bilmeyeni yokmuş. Yükselmek, büyük adam olmak isteyen herkes muhakkak bu meşhur hocaya gelip ondan ders alırmış. Onun ilminden yararlanırmış.

Devlet adamı olup büyük mevkilere gelmek isteyen bir genç köy delikanlısı bu hocanın ismini duymuş. Onun ilminden faydalanmak, ondan ders alabilmek için köyünü terk etmiş. Düşmüş yollara. Aylar sonra hocaya ulaşmış.

'Hocam ne olur beni kabul edin. Beni yetiştirin' demiş. Hoca 'İlmi diyanet mi, yoksa ilmi siyaset mi öğrenmek istersin' diye sormuş. Genç köylü. 'Bana ilmi diyanet öğretin hocam' demiş. Eğitim başlamış...

Aylar geçmiş. Genç köylü ilmi diyanet konusunda iyice yetişmiş, pişmiş. Hocası 'Artık tamamsın. Şimdi de ilmi siyaset öğrenmek istermisin' diye sormuş. Köylü, 'Hocam, ilmi diyanet bana yeter. Ben köyüme dönmek istiyorum' demiş.

Genç köyüne dönmüş. Akrabaları kendisini büyük bir ilgiyle karşılamış. Diyanet konusunda çok derin bilgi sahibi olduğu için, köyün camisine gidip hocanın vaazlarını dinlemek istemiş. Camiye gitmiş. Hocayı dinlemiş. Duyduklarına inanamamış. Hocanın söylediklerinden hiç memnun olmamış. Tam tersine, hocanın söylediği yanlış, uydurma şeyler nedeniyle sinirlenmiş. Bir ara kendini tutamayıp cemaatin içinden yüksek sesle bağırmaya başlamış.

'Söylediklerinin hepsi yanlış. Uydurma. Ne biçim hocasın. İnsanları kandırıyorsun' . İşte bu sözler üzerine camide bir sessizlik olmuş. Herkes dönüp bu cümlenin geldiği yere bakmış. Hoca da gence dönüp kaşlarını çatmış. İtibarı zedelenmesin diye bu sesi susturmak için hoca cemaate dönüp bağırmış

'Ey cemaat, işte size bahsettiğim münafıklardan bir tanesi de burada, aramızda. Allah'a inanmayan, camiye hakaret eden, hocaya baş kaldıran cehennemlik bir kafir içimizde oturuyor. Tutun onu. Gereken dersi verin. Atın dışarı' demiş...

Cemaat genci yakalamış. Tekme tokat ve küfürlerle caminin dışına atmışlar. Her yeri yara bere içinde kalan genç inliye inliye evine dönmüş.

Aradan birkaç hafta geçtikten sonra genç köylü karar vermiş. Meşhur hocaya geri gidip 'ilmi siyaset' öğrenmek gerektiğine inanmış. Yeniden yollara düşmüş. Meşhur hocaya ulaşmış. 'Hocam, ben geri geldim. Şimdi bana ilmi siyaset öğretmenizi istiyorum' demiş.

Aylar geçmiş. Gencin ilmi siyaset eğitimi tamamlanmış. Genç, hocasının elini öpüp köyüne geri dönmüş. Hemen eskiden dayak yediği camiye gitmiş. Aynı hoca duruyormuş. Eski tas, eski hamam. Aynı hoca yine saçma sapan şeyler söylemiş. Cemaati yanıltan, kandıran ifadeler kullanmış.

İlmi diyanet'ten sonra ilmi siyaset eğitimini de almış genç köylü, cemaat içinde ayağa kalkmış. Hoca kaşlarını yine çatıp gence bakmış. Cemaat kafalarını çevirip ayaktaki gence dönmüş. Sessizlik olmuş. Genç köylü yüksek sesle cemaate seslenmiş:

'Ey cemaat. Bu Hoca efendi çok doğru söylüyor. Bu Hoca efendi ne mübarek bir hocadır. Ne yüce bir hocadır. Ey cemaat, her kim ki bu hoca efendinin bir kılını kopara ve ala, o kişi hiç şüphe yoktur ki cennetin kapısını aralaya.... '

İşte bu sözlerden sonra cemaat bir anda ayağa kalkıp, hoca efendinin üstüne çullanmış. Hocadan bir kıl koparmak isteyen onlarca insanın altında kalan hoca, bir daha o köyde hocalık yapamayacak hale gelmiş. Genç köylü de, ilmi siyasetin ne kadar güçlü bir silah olduğunu anlamış....

Kaynak:Anonim

İpin Hesabı

11:56:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş.

"Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal,

-Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş.

Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar.

-O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?"

Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış.

- Tamam, servetin yarısı senin, demişler.

- Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar servetin hesabını nasıl veririm?

Hayatını ve hayatın içerisinde istifade edilen lütufların hesabını vermek hafife alıncak şey değildir.

Kaynak: Mehmet Akar, Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 156

Her İşte Bir Hayır Vardır

00:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments



Bir zamanlar Afrika'daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü. 
Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi:
-Bunda da bir hayır var!

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kralın arkadaşı tüfekleri dolduruyor, krala veriyor, kral da ateş ediyordu. Arkadaşı muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir yanlışlık yaptı ve kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın baş parmağı koptu.

Durumu gören arkadaşı her zamanki her zamanki sözünü söyledi:

-Bunda da bir hayır var!

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:

-Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?' Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.


Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları ele geçirdiler ve köylerine götürdüler. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar.


Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını farkettiler. Bu kabile, batıl inançları nedeniyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insanı yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.


-Haklıymışsın!' dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum.Yaptığım çok haksız ve kötü birşeydi.

-Hayır, diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.

-Ne diyorsun Allah aşkına?diye hayretle bağırdı kral. Bir arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir?
-Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? Ve sonrasını düşünsene.

Kaynak: İlham Öyküleri, Murat Çiftkaya