Sanki Yedim Camii, Osmanlı döneminde 18. yüzyılda yaptırıldığı tahmin edilen küçük bir mahalle camiidir. İstanbul’un Fatih ilçesinde Zeyrek mahallesinin Kırbacı sokağında bulunmaktadır. Yapılış tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte çeşitli rivayetler günümüze ulaşmıştır.
Keçecizade Hayreddin Efendi adında dar gelirli bir esnaf (bir başka rivayete göre Adanalı Şakir Efendi’dir) “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı gereği üzere kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar imâr eder. İşte bunların doğru yolda olup başarıya ulaşacakları umulur.” (1) âyetindeki müjdeyi duyunca bir cami yaptırma arzusu duyar. Nefsinin arzularını dinlemeyip para biriktirmeye başlar. Ne zaman ki canı bir şey istese: ‘Sanki yedim (var say ki yedin)!’ der ve parasını bir kenara koyar. (2) 20 yıl sonra biriktirdiği paralar küçük bir cami yaptıracak miktara ulaşınca Kırbacı sokağındaki mütevazı camiyi yaptırır. Yaptırılan cami halk arasında ‘Sanki Yedim Camii’ olarak anılmaya başlar.
Mimarî özelliğe sahip olmamakla birlikte fevkani ve betonarme olarak yapılan mabedin bir büyük ve dört çeyrek kubbesi olup, kurşunla kaplıdır. Caminin arka kısmında mahfili olup, minaresi tek şerefeli ve betonarme olarak yapılmıştır. Cami, konumu itibariyle apartmanların arasına sıkışmış bir durumdadır. İç alanı 100 m2, dış kısmı ile birlikte 130 m2’dir. Yaklaşık 200 kişi aynı anda ibadet edebilmektedir
Cami Birinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce Fatih-Unkapanı civarında çıkan yangında ağır bir tahribata uğramıştır. 1959-1960 yıllarına kadar metruk halde kalan camii bir süre marangozhane olarak kullanılmıştır. Eski mimarî özelliğinden bugün eser (kalmayan cami, mahalle sakinlerinin ve hayırseverlerin yardımlarıyla tekrar yaptırılmıştır. Çevresi ev ve apartmanlarla çevrilidir. Bediüzzaman Said Nursî, Sanki Yedim Mescidi’nden Sözler adlı eserinde şöyle bahsetmektedir:
“Lezâiz çağırdıkça, “Sanki yedim” demeli. “Sanki yedim”i düstur yapan Sankiyedim namındaki bir mescidi yiyebilirdi, yemedi.” (3)
Sanki Yedim Camii bugün bir imam-hatip ve bir müezziniyle ibadete açıktır.
Dipnotlar:
1. Tevbe, 9/8.
2. Yeni Asya Neşriyat, Sözler / Lemeât - s. 332.
3. Yeni Asya Neşriyat, Sözler – s. 664.
Hz. Musa Aleyhisselâm, bir gün münacatları esnasında «Ya Rabbî! Cennette benim arkadaşım kimdir, bana göster.» diye iltica eder. Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri:- Ya Musa! Filan şehirde, filan çarşıda ve şu şemail ve isimde bir kasap vardır. O kimsedir, diye ilham eyler.
Hz. Musa Aleyhisselâm hemen hareket eder ve o kasabı bulur. Dükkânının karşı tarafında, bir miktar seyrederek ahvaline vâkıf olmak üzere oturur. Görür ki gayet gaddar ve zalim bir kimsedir. Sattığını hep eksik tartmaktadır. Hz. Musa’nın hatırına, bu kimse bana nasıl arkadaş olabilir, her halde o başka bir kimse olması lâzımdır, diye gelir. Tam o esnada Hz. Cebrail gelerek, o kimsenin olduğunu haber verir.
Hz. Musa Aleyhisselâm akşama kadar dükkânın önünde oturur ve akşam olunca, kasap bir miktar et alarak elindeki zembiline koyar ve evine gitmek üzere iken, Hz. Musa: «Ya kasap, beni misafir kabul eder misin? diye sorar. Kasap da «Buyurun, sizin gibi muhabbetli misafiri asla görmedim. Bu gece hizmetinizle şerefleneyim.» der ve beraberce giderler. Hemen Hz. Musa Aleyhisselâmm önüne yemekler koyar ve «Ey mübarek zat isterseniz siz yeyin. Şayet beraber yiyelim derseniz, bir miktar beklemeniz lâzım gelecek. Zira benim çok mühim bir işim vardır, müsâdenizle onu yerine getireyim.» der. Ve getirmiş olduğu eti iyice pişirip, evin köşesinde asılı bir zembıM aşağıya indirir. İçinden son derece küçük ve zayıf bir kadın çıkarır. O’nun ağzına yavaş yavaş eti verir. Karnını doyurduktan sonra altını da temizler ve tekrar yerine asarak Hz. Musa Aleyhisselâmın yanına gelir. Özür dileyerek birlikte yemek yemeye başlarlar.
Kadına yemek yedirirken kadının dudakları bir kaç defa hareket etmiş ve konuşur gibi olmuş. Bu hali Hz. Musa Aleyhisselâm farketmiş olduğu için o kimseye:
- Ey kişi, bu senin annen midir?
-Evet, annemdir. Çok ihtiyar ve mecalsizdir. Her gün böylece dükkândan geldiğim zaman hizmet ederim.
- Yemek yedirirken dudakları kıpırdadı. Sözü anlaşılır mı?
- Evet anlaşılır. Her ne zaman, karnını doyurup hizmetini yaptığımda «Ya Rabbî, bu oğlumu cennette Musa’ya arkadaş eyle.» diye dua eder.
- Ey kimse! Sana müjdeler olsun kî, annenin duası dergah-ı izzette kabul oldu. Musa benim, der ve ilham-ı ilâhî ile oraya geldiğini söyler.
O kimse de çok sevinir ve bütün günahlarına tevbe ve istiğfar ederek ibadet ile meşgul olmaya başlar.
Böylece annesine yapmış olduğu hizmet sebebi ile, salihler zümresine dahil olur.
Kaynak: Büyük Dînî Hikâyeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi, İstanbul, 1980.
Büyük erenlerden Cüneydi Bağdadi ölünce onun postuna Muhammed Harirî oturmuştur. Muhammed Harirî bir yıl Mekke'de Kabe'de de kalmış, çoğu zamanlar hiç iftar etmeden oruç tutmuş, hiç uyumadan geceleri ibadet ederek geçirmiş, çoğu kere yorgun düştüğü halde sırtını duvara, ayaklarını ileriye uzatma ihtiyacını bile duymamış seçkin Allah erenlerinden biridir. Ömrünün altmış yılı bu şekilde geçen Muhammed Harirî evliyalıkta kutupluk makamına yükselmiştir.
İşte bu Allah dostuna yakınlarından biri bir gün başından geçen ilginç bir hadiseyi anlatmasını rica eder o da şu olayı nakleder:
Bir gün tekkede otururken yalın ayak, başı kabak, saçları darmadağın solgun ve üzgün yüzlü genç bir fakir çıkageldi. Abdestini aldı, iki rekat namaz kıldıktan sonra ceketiyle başını örterek uykuya daldı. Akşam ezanı okununca yeniden abdestini alarak bizimle birlikte namazını kıldı.
Tesadüf ya bu. O gece bizi Bağdat valisi yemeğe davet etmişti. Ben ve diğer dervişler sohbet toplantısı yapacaktık. Davete giderken fakiri de çağırdım. Böyle bir davete ihtiyacı olmadığını, fakat kendisine bir kase sıcak çorba verirsem çok makbule geçeceğini ifade etti. Kendi kendime, "Adam koskoca davete gelmiyor da benden bir kase sıcak çorba istiyor, çattık." diye düşünerek çekip gittim. Çorba da vermedim.
Davetten dönüp tekkeye geldiğimde genci bir köşede büzülmüş uyurken gördüm. Ben de yatağıma uzanıp uykuya daldım. O gece bir rüya gördüm. Rüyada Peygamberimiz (sav), sağında Hz. İbrahim (a.s), solunda Hz. Musa (a.s) arkasında da yüzyirmidörtbin peygamber yer almışlar, karşısında duruyorlar. Hepsinin yüzleri ayın ondördü gibi parlamakta ve etrafı nurdan bir ışık halesi sarmaktadır.
Sevinç içinde sevgili Peygamberimizin elini öpmek için huzuruna koştum. Fakat bana yüz çevirdi. Aynı hareketi üç defa yaptım. Bir türlü elini vermiyordu, her seferinde benden yüzünü gizliyordu. Acaba sebebi neydi? Neden bana elini vermiyordu? Büyük bir üzüntüye düştüm. İçim içime sığmıyordu. Sebebini öğrenmeli ve hatamı düzeltmeliydim.
Dayanamayıp sordum; "Ey Allah'ın elçisi!.. Neden benden yüzünü çeviriyorsun? Sana karşı ne gibi bir kusur işledim?" Sevgili Peygamberimiz (sav) yüzünü bana döndü. Öfkesinden yüzü kırmızı yakut gibi kızarmıştı. Dedi ki: Ey Muhammed!.. Bu gece büyük bir kusur işledin. Fakirlerimizden biri senden bir kase sıcak çorba istedi de vermedin. Üstelik de aç bırakarak valinin davetine gittin. Hangi yüzle sana bakabilirim, söyler misin?"
Sabah olup uyandığımda her tarafımı korku kaplamış, tir tir titriyordum. Gerçekten büyük bir suç işlemiştim. Gözlerimle hemen genci aradım. Fakat yoktu. Hızla tekkeden çıkarak yola düştüm. Baktım ki genç gidiyordu. "Ey genç Allah aşkına bir dakika dur!.." diye seslendim. Durdu. "Şimdi sana çorba getiriyorum" deyince, gülümseyen nazarlarla beni süzdü ve ardından da, "Üstadım!" dedi. "Senden bir lokma ekmek bir kase sıcak çorba alabilmek için yüzyirmidörtbin peygamberin aracılığına ihtiyaç var. Herkes bunları nereden bulsun?" Bunları söyledikten sonra da gözlerden kaybolup gitti. Dona kaldım.
Yüce Allah (cc), cümlemizi fakirlere yardım elini uzatan ve kimsesizleri kollayan kullarından eylesin, amin...
- Müşkat-ül Envar -
KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 28-31