Faydalı Paylaşımlar..

2 Şubat 2015 Pazartesi

BELEDİYENİN BAŞKANI

15:50:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Belediye başkanı, geniş-rahat makam koltuğunda huzursuzca kımıldandı. Sesine daha bir otorite katarak kapıdaki ihtiyara seslendi;

-Ne istiyorsan, söyle amca !

-Şey, efendim. Benim bacaklarından özürlü bir torunum var.

-Anlaşıldı anlaşıldı. Belediye aracılığıyla dağıtılacak tekerlekli sandalyeleri duydun, ondan istiyorsun. Kusura bakma, sayısı az. Başvurular alınacak, sonra kura çekilecek. Şansına artık.

-Yok efendim, onun için gelmedim. Torunumun tekerlekli sandalyesi var.

-Eee… derdin nedir öyleyse ?

-Tekerlekli sandalyesi var da, rahatça dolaştıramıyoruz. Başka şehirlerde belediyeler yardımcı oluyormuş. Onlara uygun otobüsleri veya dolmuşları oluyormuş. Ama bize şimdilik kaldırımları düzenleseniz yeter. Kaldırımların başlangıcıyla sonuna bu arabalarla kolayca geçilecek yerler yapsanız diye talepte bulunacaktım.

-Oooo amca, her gelenin bir talebi var. Belediye boş mu duruyor sanıyorsun. Çoğu yerin kaldırımı bile yok, önce onlarla uğraşmalıyız. Hele bir eskisi şekliyle tüm kaldırımları bitirelim, birkaç sene sonra da ek bütçe olursa, kaldırım girişlerine baktırırız. Öyle he demeyle olmaz her iş.

-Ama birkaç sene demek, torunumun ve onun gibi yaşamak zorunda olanların, en güzel çağlarını evde hapis geçirmesi demek.

-Bak amca, ben koskoca belediye başkanıyım. Herkese bu kadar vakit ayırırsak işimiz var.

O sırada başkanın yardımcısı telaşlı bir halde içeri girdi;

-Efendim trafikten aradılar !

-Noldu büyük bir kaza mı olmuş? Çok ölen mi olmuş, nedir bu telaşın?

-Bir çocuğa araba çarpmış.

Başkan sakinleşerek, koltuğuna doğru adım attı.

-Ne yapayım yahu, her kazaya belediye başkanı mı koşacak. Amca sen de çık artık. Görüyorsun işlerimiz var.

İhtiyar adam, boynu bükük dışarı yürüdü. Başkanın yardımcısı devam etti;

-Efendim, …çocuk, …çocuk sizin torununuzmuş.

Belediye başkanı, sendeleyerek koltuğuna oturdu. Gözünün önünde önce torununun gülen yüzü canlandı, sonra da tekerlekli bir sandalyede ağlayışı.

Titrer gibi bir sesle ;

-Az önce çıkan ihtiyarı çağırın çabuk.

İhtiyar adam kapının önündeki koltukta başı önde oturuyordu. Çağrılınca içeri biraz heyecan, biraz çekingenlikle girdi;

-Buyrun.

-Amca, söz veriyorum kaldırımları yaptıracağım ama nolur beddua ettiysen geri al.

-Kırıldım ama beddua etmedim.

-Nolur o zaman, torunum için dua et.

O esnada telefon çaldı, başkanın uzanmayacağını anlayan yardımcısı telefonu açtı, sonra başkana uzattı;

-Kızınız arıyor efendim.

Kötü haber bekleyen başkan, dudaklarını ısırarak konuştu;

-Aaa..aloo

-Baba, az önce kızıma araba çarptı ama…

-Eee..evet, durumu nasıl? ..ba..bacak..ları

-Merak etme, sadece burnu kanamış. Biz hastanedeyiz, duyar da merak edersin diye aradım.

Başkan ağlayışı duyulmasın diye hızla kapattı telefonu.

Yardımcısı diğer telefonu uzattı;

-Efendim diğer telefonda emniyetten arıyorlar. Kazayı yapan şöförü tutuklamışlar. Şikayet tutanağı için bekliyorlarmış, aileden birinin gelmesi gerekiyormuş.

Başkan, hâlâ kapıda bekleyen ihtiyara dalgın dalgın baktıktan sonra;

-Bıraksınlar, gitsin. Makamın hırsına kapılıp, burnumuz büyüyünce, Mevlamın bizi ikaz için gönderdiği bir vesile o. Biz alacağımız dersi aldık, onun bir suçu yok, suç bizim. Şikayetçi değiliz, bıraksınlar…

Kaynak: Ahmet Ünal Çam, Yüreğe Dokunan Hikâyeler, Akçağ Yayınları, Ankara 2011, s.75

ALINTERİNİN DEĞERİ

13:57:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Bir zamanlar, bir genç, herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi:

"Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana alın- terinle kazandığın bir altını getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim."

Delikanlı, babasının bu sözüne gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle! Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu.

Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı.

Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıkla bir iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu:

"Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?"

Babası başını iki yana salladı:

"Hayır oğlum! Sana kendi alınterinle ve emeğinle kazandığın bir altın getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki.

Genç delikanlı, babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Sahiden de, parayı bir arkadaşından ödünç almıştı. Ertesi gün, bu defa annesinden bir altın borç aldı ve parayı babasına götürdü.

Babası altını aldı ve yine nehre fırlattı. Çocuk bir kez daha şaşırmıştı:

"Bunu niye yapıyorsun baba, anlamadım. Ama işte sana bir altın getirdim, artık evlenebilir miyim?"

Babası bu defa da izin vermedi oğluna:

"Bu altını da sen kazanmamışsın!"

Delikanlı, babasının yanından ayrıldıktan sonra, uzun uzun düşündü. Başkasından borç alıp getirdiğinde, babası parayı yine nehre atacaktı ve bu gidişle de evlenemeyecekti.

O yüzden, genç adam bir iş bulup çalışmaya ve altını kendi emeğiyle kazanmaya karar verdi.

Günler geçti ve kazandığı bir altını babasına götürdü. Babası her zamanki gibi parayı nehre atmaya hazırlanıyordu ki, oğlu can havliyle babasının kolunu tuttu ve bağırmaya başladı:

"Hayır baba! O altını nehre atamazsın! Onu kazanmak için günlerce çalıştım ve sırtım ağrılar içinde kaldı!"

Babası, yüzünde ışıltılı bir gülümseme ile elini oğlunun omzuna koydu ve "Oğlum, işte şimdi evlenebilirsin" dedi. "Çünkü emeğinin karşılığı olan bu paranın kıymetini artık biliyorsun ve eminim ki onu akıllıca harcayacaksın."

Kaynak: Bilgelik Hikâyeleri, Cevdet Kılıç, İnsan Yayınları