Fehmi Yıldırım Bey anlatıyor;
1994 senesiydi. Arkadaşlarla yapacağımız bir sohbete geç kalmıştım. Onun için özür dileyip hem de mazeret beyanında bulunmak kastıyla dedim ki, bir arkadaşımın yakınına baş sağlığı için gitmiştim. Çok enteresan bir ölüm hadisesi idi. Aniden vefat eden adama, ölmeden hemen önce oğlundan, kızından ve damatlarından dört telefon gelmiş; "Merak ettik
Adam, birbiri ardına gelen bu telefonlardan dolayı oldukça şaşırmış, "iyiyim", demiş ama içinden de "Bu işte bir gariplik var!" diye geçirdikten sonra oturduğu yerde vefat etmişti. Bütün bu olanlar yarım saat içinde cereyan etmiş.
Ben bu enteresan hâdiseyi naklettikten sonra sohbette ilk defa gördüğüm bir genç, "Müsaade ederseniz, ben de buna benzer bir hâdise anlatayım?" deyip, bizden olur aldıktan sonra başladı anlatmaya:
-Sizlerin şu samimiyetiniz ve bu kadar güzel dostluk ve sohbetleriniz bana çok tesir etti. Yeni tanıştık ama, bugüne kadar niye sizleri bulamadım? diye hayıflanıyorum. Görüyorsunuz bir kolum yok. Size bir trafik kazasını ve biraz önce bahsedilenlere benzeyen önsezileri anlatayım.
-Nişanlım ipek ile evlenmemize on gün vardı. O gün onu aldım bir bara götürdüm. Biraz sonra arkadaşım ve aynı zamanda adaşım Murat da İki kız arkadaşı ile birlikte yanımıza geldiler.
-Hayrola, hoş geldiniz, dedikten sonra onları hiç beklemediğim için "Niye geldiniz?" diye sordum. Onlar "Ölmeye geldik!" deyip gülüşmeye başladılar. "Biz de!" deyip şaka-lastik.
Biraz sonra Hakan isimli arkadaşım da iki kızla çıkıp geldi. O saatler, pek böyle biraraya geleceğimiz bir vakit olmadığı için onlara da "Hoş geldiniz. Hayrola bu saatte buraya niye geldiniz?" diye sordum, onlar da, daha önce konuştuklarımızdan habersiz, gülerek "Ölmeye geldik!" dediler.
içkilerimizi içtikten sonra bardan çıktık. Ben arabamı Hakan'a verdim, biz de Murat'ın arabasına doluştuk. Hakan'a verdim, biz de Murat'ın arabasına doluştuk.
O akşam İpek'te bir başkalık vardı. Ben arka koltukta pencere kenarına, onun ise ikinci kızla benim arama orta yere oturmasını istiyordum. Çünkü Murat arabayı kullanacaktı, kız arkadaşlarından birisi ön tarafa yanına oturmuştu. Ama ipek bütün ısrarlarıma rağmen ortaya oturmaya yanaşmadı ve benim ortaya oturmamı istedi, Ben de mecburen oturdum.
Biraz sonra yolda giderken çok şiddetli bir kaza geçirdik, Murat, ipek ve yanımdaki kız hemen orada ölmüş, ben komaya girmişim. Zaten kolum kopmuş, iç organlarım dışarı fırlamış. Ön tarafta oturan kız ise nasılsa kurtulmuş ve arabadan çıktığı gibi arkasına bakmadan gitmiş. Polisler gelmiş manzarayı görünce hepimizi de ölü zannedip morga kaldırmışlar. Sonra isim tesbiti için tekrar morga gelmişler, kapıyı açınca ben kımıldamış ve bağırmışım. Heyecana kapılan polis heyecandan silahını çekmiş fakat bayılıp yere yığılmış. (Bu polis birkaç ay psikolojik tedaviden sonra malulen emekliye ayrılmış.)
Daha sonra beni hemen tedaviye almışlar, yurtiçinde ve yurtdışında uzun tedaviden sonra kendime gelebildim. Hakanlar da trafik kazası yapıp ölmüşler. Anlaşılan geriye iki kişi kalmıştı.
Murat bütün bunları anlatırken sanki nefesimizi tutmuş, pürdikkat dinliyorduk. Murat, meselenin değişik bir yönüne geçiş yaparak şunları söyledi:
-Sonradan şunları öğrendim. Arkadaşım Murat, kazadan 10-15 gün önce bir mezar hazırlatmış hatta bir hoca çağırıp, "Kur'ân oku, dua et", demiş. O da, "Burası boş mezar, ben kimin için yapacağını?" demiş. Adaşım, "Sen dua et, oraya girecek olan yakında gelecek", demiş.
Kazadan sonra işte o kazdığı mezara gömülmüş. Nişanlım ipek de, son olarak benimle çıkmadan önce bütün elbiselerini bavullara, valizlere doldurup üzerine, "Ben gelmezsem bunları fakirlere, Çocuk Esirgeme Kurumu'na verin", diye yazdığı bir not bırakmış. Zaten o gün inanıyordum ki, nişanlım kazayı hissetmişti. Beni de çok sevdiği için orta yere oturtarak korumak istemişti. Çünkü hiçbir zaman karşılaşmadığım inatçı tavrına ilk defa orada şahit oluyordum.
Bunları söylerken Murat'ın gözleri yaşarıyordu. Kafasını kaldırıp bir soru sordu:
-Allah'a imanı vardı, içki içmezdi, iyilik severdi, dürüsttü, fedakârdı. Ama yetiştiği durum itibariyle din adına pek birşey bilmezdi. Acaba Allah onu affeder mi?'
Fetret devrine benzer bir yokluk ve yabancılık içinde yetişen böyle birisi için, "Allah'ın merhameti geniştir, zaten Allah'tan hiçbir zaman ümit kesilmez", diyerek teselli etmeye çalıştık.
Murat, daha sonra kendisi için de şunları söyledi: "Ben Allah'a inanıyorum. Bir senedir de hiç içki içmedim. Ama dinden uzak yaşadım. Bilmiyordum. Elimden tutanım da yoktu. Allah beni de affeder mi?"
Biz yine Allah'ın rahmetinin genişliğinden bahisle teselli edici sözler söyledik. Gözlerinin içi gülüyordu. Fakat birden bire durdu ve "Fakat ben, bizi terkedip giden kızı öldürmek istiyorum, çok mu büyük günah işlemiş olurum?" diye sordu.
Biz de "Niçin?" diye sorduğumuzda o, "iki sebepten. Birincisi kazayı yaptıran o... Çünkü adaşımla sert bir münakaşaya tutuştu. Hatta direksiyonu elinden zorla almaya kalktı ve hızla giden araba bariyerlere çarptı. Sonra da hiçbirimize bakmadan, yardım çağırmadan bizi ölüme terkederek çekip gitti, ikinci olarak da, tahkikat sonucu arabanın içinde bizim beş kişi olduğumuz tesbit edilip ifadesine baş vurulunca da herhalde benim ölümden kurtulup işi düzeltmem mümkün olmaz diye verdiği ifadede benim şoförle kavga edip direksiyona saldırdığımı ve dolayısıyla kazayı yaptırdığımı söylemiş. Benim iyileştiğimi öğrenince önce İsviçre'ye kaçmış, sonra da Amerika'ya gidip birisiyle yaşamaya başlamış. Ama ben onu çok iyi takip ediyorum."
Biz, "Sakın ha... Madem iyi bir yola girmek istiyorsun, onu affet.. Allah affedenleri sever, inşaallah geniş ve engin rahmete mazhar olursun", dedik.
Murat bize, "Ben sizlerden ayrılmak istemiyorum, izin verirseniz bütün sohbetlerinize katılmak arzu ediyorum" dedi. Biz de bütün samimiyetimizle "bekliyoruz" dedik.
Öbür hafta kaza hakkında gazetede çıkan haberlerin kupürlerini de toplayıp bir dosya yaparak bize gelmek istemiş fakat kazadan sonra yakalandığı sara hastalığının nöbeti gelince arkadaşı ismail Bey onu hemen evlerine götürmüş, iyileşince telefon ederek arkadaşlardan, gelemediği İçin mazeret beyan edip özür dilemiş. Bir sonraki hafta ise sara nöbeti onu banyoda yakalamış. Düşüp başı zedelenmiş ve acele hastaneye kaldırmışlar. Ziyaretine gittiğimizde bizi tanımıyordu. Birkaç gün sonra da vefat etti.
Bağdat Caddesi'nin bu sevilen genci için kızlı-erkekli bütün arkadaşları ağlıyorlardı. Cenazeye geldiler. Biz kendimizi tanıtıp yanlarına sokulunca, hepsi etrafımızda pervane gibi oldular ve "Murat sizlerle tanıştıktan sonra bize geldi ve arkadaşlar çok temiz insanlarla tanıştım. Onlarla görüşün iyi yolu bulalım. Bizim tuttuğumuz bu yol, yol değil. Ben, artık İslâmiyet'i öğrenip yaşamak istiyorum. Yoksa herşey fani, herşey boş." diye sizlerle mutlaka oturup sohbet etmemizi arzuluyordu, ama bizleri tanıştırmaya ömrü yetmedi, dediler.
Demek ki, Allah'ın kendisine bahşettiği son zamanı iyi değerlendirmişti. Ailesine de başsağlığına gittik. Orada da kız kardeşi, annesi ve babası bize "Murat hep sizden bahsediyordu, sizi çok sevmişti" dediler.
Cenazenin olduğu gün, orada başı sarılı bir delikanlı vardı, "Murat'ı çok severdim. Vefatını duyunca arabamı duvara vurdum, onun için başımdan yaralandım. Ama size birşey söyleyeceğim. Sizinle tanışmamız için, mutlaka Murat'ın ölmesi mi gerekiyordu? Niye bizleri de aranıza almıyorsunuz?" diyerek sitemlerini dile getirdi.
Sonra öğrendik ki, Murat çok cömert bir gençti. İpek'in ölümünden sonra ise iyice cömertleşmişti, Şimdi Karacaahmet Kabristanı'nda ölmeden önce nişanlısı İpek'in yanına yaptırdığı mezarda yatıyor.
Kaynak:İbrahim Refik,Hâdiselerin İbretli Dili, Albatros Yayınları, İstanbul 2000, s. 98