Faydalı Paylaşımlar..

16 Eylül 2013 Pazartesi

Hazret-i Ömer İle Sarhoş Adam

14:28:00 Posted by Mücahid Reis No comments

İslâm'ın ikinci halifesi Hazret-i Ömer, sabahlara kadar sokak sokak gezer, idaresini üzerine aldığı halkın huzur içinde istirahat edip etmediklerini araştırırdı. Yine böyle teftiş gecelerinden birindeydi. Medine sokaklarında ses­sizce gezerken ileride hiç beklemediği bir gürültü işitti. Merakla yaklaştı, dikkatle baktığında, bir sarhoşun gelip geçenlere münasebetsizce sözler söyleyip rahatsız ettiğini gördü. Resûlüllah'ın şehri Medine'de adam hem âyetin emrine karşı gelerek içki içmiş, hem de sarhoş halde so­kağa çıkıp mes'ûliyetini üzerine aldığı mü'minleri rahat­sız etmişti. Bu hâl, Allah'ın emrine açıkça isyandı. Al­lah'a isyan edenin hasmı ise Halife Ömer'di.

Bu sebeble meşhur gazabına yine bürünmüş. Öfkesini kullanmanın zamanı geldiğine inanmıştı. Elindeki kırba­cını hızla kaldırıp sarhoşun başına yıldırım gibi indirme­yi düşünüyordu. Nitekim kamçısını havaya yukan kaldı­rırken sarhoşun hakaretti sözlerine muhatap olmaya başladı.

Adam, şahsını hedef almış, bizzat kendisine hakarette bulunmuştu. Hızla havaya kalkan kamçı bu defa yavaş­ça yere indi, sarhoşun başında şaklamaktan vazgeçmiş oldu.

Şaşıran sarhoş, sormadan edemedi:

— Sen kimsin ki, önce beni kırbaçlamak istedin, son­ra da vazgeçtin?

Hazret-i Ömer cevap verdi: — Ben Allah'ın emirlerini tatbik etmekle vazifeli halife Ömer'im!

— Peki öyle ise neden kırbaçlamaktan vazgeçtin beni? Halifenin cevabı, fevkalâde düşündürücüydü:

— Ben önce Allah için kaldırmıştım kırbacımı. Tam o sırada sen şahsıma hakaretler savurdun. Birden nefsi­min galeyana gelmesine, öfkelenmeme sebeb oldun. Bak­tım ki Allah için kaldırdığım kırbacım, nefsim için ine­cek. Nefsime yaptığın hakaretinden dolayı seni kırbaçla­mış olacağım.

Halife sözünü şöyle tamamladı:

— Halbuki ben, Allah için hiçbir şeyden gözümü kırp­mam, ama nefsim için bir karıncayı dahi incitemem, bir kuşun bile benden korkup uçmasına razı olamam!

Bu cevaptan sonra ortalığı bir sessizlik almıştı. Müslümanların halifesi neticeyi şöyle bağladı: —Uzat elini, seni doğruca Kadı Şüreyh'e götüreyim.

Durumunu ona anlat, adaletin hükmünü ondan gör. Bundan sonra seni ben cezalandıramam. Zira nefsimin hisse almasından korkarım!

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 83

Kendini Aşmak

12:28:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Aziz Mahmut Hüdayî Hazretleri, kadılığı bırakarak dergâha gelmişti. Dergâh bir vesileydi maksat için...

Üftade Hazretleri'ne talebe olmuş ve bir müddet sır­tındaki sırmalı kaftanla Bursa sokaklarında ciğer satmıştı. Daha sonra ona dergâhın tuvaletlerini temizleme vazifesi verildi.

Bir gün yine temizlik yaparken davul sesleri işitti. Ku­lak kabarttığında kendi yerine tayin edilen yeni Kadı'nın geldiğini ve halkın onu karşılamaya çıktığını anladı. Bir anlık dalgınlıkla:

- Biçare Mahmut! Sen böyle bir mesleği bıraktın, şim­di abdesthanelerde temizlik yapıyorsun, dîye düşündü.

Fakat, hemen kendini toparladı:

- Mahmut, sen Şeyhine, nefsini ayaklar altına alacağı­na dair söz vermiştin, dedi.

Nefsine haddini bildirmek niyetiyle elindeki süpürge­yi bıraktı. Taşlan sakalıyla süpürecekti. Tam o esnada Şeyhî Üftade Hazretleri kapıda belirdi:

- Evladım, dedi, sakal öyle şeyler için değildir. Sana bu İşi vermekteki maksadımız seni nefsinin elinden kur­tarmak, önemli bir merhaleyi aştırmaktı. Sen bunda mu­vaffak oldun.

Onu alıp dergâha götürdü. Geçici kadılığı bırakmış, ama sultanlık kazanmıştı. O artık bir İrşad ufku idi.

Bazen, nefse hoş gelmeyen şeylerin arkasında hakiki ik­ramlar, hediyeler ve lütuflar saklıdır,

Sonsuzluk yolunda paye aramayanlar o lütuflara erer. O öyle bir noktadır ki, manevî bir şeye ermek niyetiyle yapanlar bile o noktada kaybeder. Hedef mürşid olmak de­ğil, sadece Onun hoşnutluğu olmalıdır.

Keramet niyetiyle zikir çekenler ikrama eremez. Dış ve iç, maneviyat yolundaki engelleri, kirleri, sakalıy­la temizleyecek kadar o kapıda sadakat gösterenler kaza­nır

KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Ufku, Timaş Yayınları, İstanbul 2004, s. 158

Narın Tadı

09:58:00 Posted by Mücahid Reis No comments


İran'ın eski hükümdarlarından Nûşlrevan, bir gün ve­zirlerinden biriyle giderken yol kenarında gördüğü bir bahçeye girer, bekçilik yapan çocuktan su ister. Çocuk bahçede suyun bulunmadığını söyleyince:

— Öyle ise bir nar ver de, susuzluğumu gidereyim, der.

Çocuk koşarak gider, olgunlaşmış bir nar koparıp hü­kümdara uzatır. Narı çok tatlı bulan hükümdar, bir tane daha ister ve nar gelinceye kadar bu bahçeye el koymayı tasarlar. O sırada çocuk ikinci narı getirir. Alıp da tadına bakınca bu defa ki narı hükümdar çok ekşi ve acı bulur. Çocuğa sorar:

— Evlâdım, bu nar da evvelki ağaçtan değil mi?

— Evet, ondandır efendim.

— O halde evvelki nar tatlı olduğu halde bu neden acı?

— Efendimiz, aynı ağacın narının biri tatlı, diğeri acı olmaz. Şayet olmuşsa bir hikmeti vardır. Sakın hüküm­darımız niyetini değiştirip de iyi niyetli iken iyi tad, kötü niyetli iken de kötü tad tatmış olmasın?

Çocuğun bu ikazına hayran kalan hükümdar:

— Sen haklısın küçük bekçi, der. Ben baştan iyi ni­yetli idim, nar da iyi tadla geldi. Sonra niyetimi değiştir­dim, böyle güzel nar yetiştiren bahçeye el koyma fikrine saptım, narın tadı değişti. Bana ekşi ve acı geldi. Şimdi niyetimi düzeltiyorum. Bahçeniz sizin malınızdır, kimse el koyamaz. Bir nar daha ver.

Küçük bekçinin üçüncü defa getirdiği nar da, ilki gibi tatlı ve lezzetli olur. Hükümdar kendi kendini suçlayarak uzaklaşıp giderken "Niyeti güzel olan güzel neticeye lâyık olur" diye düşünür.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 130