Faydalı Paylaşımlar..

4 Ocak 2014 Cumartesi

Hz. İbrahim İle Azrail

05:37:00 Posted by Mücahid Reis

Ölüm, ilk bakışta soğuk ve sevimsiz görünür. Ancak gerçek mânâsına bakınca ölümün hiç de soğuk ve kötü şey olmadığını anlamak mümkündür. Yaşlanan insanlar ölmeyip yaşlanmaya devam ettikleri takdirde elleri titre­yecek, gözleri görmeyecek, dizleri tutmayacaktır. Yemek­lerini yiyemez, yataklarına yatamaz, oturdukları yerden kalkamaz olacaklardır... Böylesi bir hayat ise, hem ken­dilerine, hem de bakanlarına çok ağır gelecektir. Perişan bir yaşlı için ölümün ne kadar rahmet ve kur­tuluş olduğunu gösteren ibretli bir misâl..

İbrahim Peygamber misafirsiz yemek yemezmiş. Her gün ya evine gelen misafirle sofraya oturur, yahut da çı­kıp yollarda misafir bulur, getirip onlarla karnını doyururmuş.

Bir gün yine yol kenarında misafir beklerken, yaşlı bi­rinin eşek sırtında kendine doğru gelmekte olduğunu görmüş. Yaklaşan ihtiyar selâm verip yoluna devam ederken önüne çıkan Hazret-i İbrahim:

— Nereye gidiyorsun muhterem, buyur, birlikte bir çorba içelim, sonra yoluna devam edersin, demiş.

Yaşlı adam itiraz etmemiş:

— Madem istiyorsun, davete icabet etmek gerekir, se­ni kıracak değilim ya., diyerek yolunu değiştirmiş, birlik­te Hz. İbrahim'in hanesine gelmişler. Misafir odasının bir köşesine geçip oturan ihtiyar, az sonra ortaya serilen sofraya   bakarak   üzülmeye   başlamış.   İbrahim Aleyhisselâm:

— Baba, niçin üzüntülüsün? deyince:

— Evlâdım, ben ortaya serdiğin bu sofraya nasıl yak­laşayım? Elimden tut, beni sofraya kadar sürükle, de­miş.

Dediğini yapmış. İhtiyarın elinden tutup sofraya sü­rükleyerek getirmiş. Bu defa da bir başka mes'ele ortaya çıkmış. İhtiyar

— Hani nerede kaşık, tabak? Gözlerim pek iyi farketmiyor, demiş.

Bir eline kaşığı, bir eline de ekmeği veren İbrahim Aleyhisselâm, çorba dolu tabağı gösterip buyur etmiş. Bir de bakmış ki, İhtiyar, titreyen eli ile tuttuğu kaşıkta­ki çorbayı döke döke ağzı yerine kulağına doğru götürü­yor, sonra aklı başına gelince ağzına getiriyor. Ancak o zamana kadar da kaşıkta, birkaç damla kalan çorba, mi­desine gitmeden ağzından dökülüp sofraya saçılıyor. Bu üzücü hâli görünce dayanamayıp sormuş:

— Baba nedir bu hâlin? Neden böylesin? İhtiyar cevap vermiş:

— Neden olacak, yaşlılıktan.

—   Kaç   yaşındasın?   diye   sormuş   İbrahim Aleyhisselâm.

Verdiği cevaba göre ihtiyarın yaşı kendisinden sadece iki sene fazlaymış. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm:

— Demek ki iki sene sonra ben de aynı yaşa gelecek, aynı duruma düşeceğim! diye düşünmeye başlamış. Bu defa ellerini açıp yalvarmış:

— Yâ Rab. bu duruma düşmek istemiyorum. Böyle yaşamaktansa ölüm daha güzeldir. Gönder meleğini, al­sın ruhumu!

İşte bu sırada sofra başındaki perişan ihtiyar birden ayağa fırlayıp:

— Hazır ol ey Allah'ın Nebisi, işte geldim, diyerek kar­şısına dikilmiş.

— Sen kimsin, ne diye karşıma dikiliyorsun? Meçhul İhtiyar cevap vermiş:

— Ben ruhları alan Azrail'im. Rabbim ölümün yaşlılar için ne kadar rahmet ve nimet olduğunu göstermek için beni sana gönderdi!

İbrahim Aleyhisselâm kelimelere basa basa konuş­muş:

— Evet, her zamanki gibi bir daha inanıyor, iman edi­yorum ki, ölüm, imanlı ihtiyarlar için, mihnetsiz, meşak­katsiz bir hayata geçiştir. Azrail gibi emin ve sağlam biri­ne bu sebeble ruhumu emniyetle teslim edebilirim.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 89

ALLAH'IN SEVDİĞİ ÇOCUKLAR

04:42:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Ak sakallı âlim, seccadesinden başını kaldırmış Al­lah'a yalvarıyordu:

— Ey Rabbim, yaşım ilerledi, ömrümün sonuna gel­dim. Bana lûtfeylediğin bu ilmi, kütüphanemdeki şu gü­zel kitaplarımı kime vereyim ki, kıymetini bilsin, içindeki hakikatlardan istifade sağlasın?..

Dualarla yatağına uzanan âlimin o gece gördüğü rüya çok manidardı. Yeşil kanatlı bir melek gelmiş kendisine şöyle diyordu:

— Sen zengin kütüphanendeki güzel kitaplarını kime

vereceğini mi soruyorsun? Üzülme, vereceğin yeri sana bildirmek üzere Rabbim beni gönderdi. Sabah namazın­dan sonra bitişikteki üç komşu evine gideceksin, bu ev­lerin çocuklarını alıp kütüphanene getirecek, kitaplarını. onlara taksim edeceksin. Senin kitaplarına lâyık olanlar bu çocuklardır!

Melek bunları söyledikten sonra pır diye uçup gider.

Gözlerini açan âlim, gördüğünü yeniden hayalinden seyretmeye çalışır. Meleğin sözlerini bir bir yeniden dü­şünür ve bu şeytanî bir rüya değildir, diyerek söyleneni yerine getirmeye karar verir.

Sabah namazından sonra ilk işi tarif edilen komşu çocuklarını toplamak olur. Üç komşunun küçüklerini evin deki kütüphanesinin önüne oturtur ve sorar:

— Sevgili çocuklar, sizler muhakkak Allah'ın sevdiği gençlersiniz. Allah sizi seviyor, ama neden seviyor, bile­miyorum. Bana söyler misiniz, gündüzleri boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz?

Birinci çocuk şöyle konuşur:

— Ben sabahlan kalkıp ormanlara, ağaçların yeşillik­lerine, bağ, bahçelere bakıyorum. Bunlar kışta kupkuru, yapraksız, meyvesizken baharda yemyeşil.. Çiçekler açı­yor, meyveler veriyorlar. Düşünüyorum, bu ağaçların içinde bunları yapacak bir makina olmadığına göre kim yapıyor bunları?.. Bunu ancak bizi nimetleriyle besleyip sevindirmek isteyen Allah'ımız yapıyor, diyor, Allah'a olan sevgimi daha da çoğaltıyorum. Bu düşüncelerle dinî kitapları daha çok okuyor, okudukça da Allah'a olan sev­gimi daha çok kuvvetlendiriyorum. Kitap sevgim çok faz­la..

Ak sakallı âlim şöyle izah eder:

— Yavrucuğum, bu söylediklerin çok güzel şeyler. De­mek Allah da seni bunun için seviyor olmalı. Etrafına bakıp ibret almak, her gün boş zamanlarında dinî kitap okumak fevkalâde güzel şey.. İkinci çocuk da şöyle konuşur:

— Ben de geceleri yıldızlarla süslü gökyüzüne bakı­yor, boşluğu aydınlatan ayı seyrediyorum. Sonra bizlere yağmurlar indiren bulutlan düşünüyor, canlanan sebze­leri hatırlıyorum. Bütün bunları bizim için yaratan Rabbimize olan sevgim ve bağlılığım daha da artıyor? Bu sebeble ben de dinî kitapları daha çok okuyor, her gün boş zamanımda İslâmî bilgimi artırıyorum.

Nur yüzlü âlim bunun sözünü de şöyle izah eder:

— Evlâdım, bu senin yaptığın Rabbimizin hoşuna gi­den şeydir. Boş zamanlarında yaratıkların ibretli durum­larını inceleyip, dinî kitaplar okuyarak dindarlığını kuv­vetlendirmek kadar Allah'ın hoşuna giden bir şey olmasa gerektir.

Üçüncü çocuk da şöyle konuşur:

—  Efendim, arkadaşımın biri gökyüzünü, diğeri de yeryüzünü inceliyormuş. Ben de yerde, gökte gördüğüm her şeyi, kuşları, hayvanları inceliyorum. Meselâ bunca kuşların rızıklarını veren Rabbimiz ayrıca yerde yaşayan * koyunların, kuzuların da rızıklarını veriyor. Hattâ onla­rın memesinden bizlere de rızık gönderiyor. Nitekim ko­yun yediği ottan hem et yapıyor, hem süt veriyor, hem de gübre meydana geliyor. Yediği tek şey, ama neticesi çok çeşitli. Tek ottan değişik şey meydana gelmesi, koyunun, ineğin, mandanın kamında bir fabrika bulunduğundan değildir. Bunları düşününce Rabbimize olan sevgim da­ha da çoğalıyor, çoğaldıkça da boş zamanlarımda ben de arkadaşlarım gibi dinî kitap okuyor, Müslümanlığımı da­ha da kuvvetlendiriyorum.

Âlim ondan da çok memnun olur. Kitaplarını üçe ayı­rır, her birini birine verir ve der ki:

— Çocuklar, bu gece yeşil kanatlı bir melek geldi, Al­lah'ın çok sevdiği çocuklara kitabını vereceksin diyerek sizleri tarif etti. Ben de Allah'ın sizi neden sevdiğini merak ettim. Şimdi anladım ki, sizler cidden Allah'ın se­veceği bir tutum içindesiniz. Kitaplarımı size seve seve veriyorum. Alın, okuyun, siz de parmakla gösterilen âlimlerden olun.

Sevinen çocuklar evlerine kucak kucak kitap taşıya­rak ana-babalarını da hayrette bırakırlar.. Allah'ın ken­dilerini daha çok sevmesi için o günden sonra daha çok dinî kitap okurlar, kâinattaki varlıkları ibretle incelemeye devam ederler.

Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 139