Ölüm, ilk bakışta soğuk ve sevimsiz görünür. Ancak gerçek mânâsına bakınca ölümün hiç de soğuk ve kötü şey olmadığını anlamak mümkündür. Yaşlanan insanlar ölmeyip yaşlanmaya devam ettikleri takdirde elleri titreyecek, gözleri görmeyecek, dizleri tutmayacaktır. Yemeklerini yiyemez, yataklarına yatamaz, oturdukları yerden kalkamaz olacaklardır... Böylesi bir hayat ise, hem kendilerine, hem de bakanlarına çok ağır gelecektir. Perişan bir yaşlı için ölümün ne kadar rahmet ve kurtuluş olduğunu gösteren ibretli bir misâl..
İbrahim Peygamber misafirsiz yemek yemezmiş. Her gün ya evine gelen misafirle sofraya oturur, yahut da çıkıp yollarda misafir bulur, getirip onlarla karnını doyururmuş.
Bir gün yine yol kenarında misafir beklerken, yaşlı birinin eşek sırtında kendine doğru gelmekte olduğunu görmüş. Yaklaşan ihtiyar selâm verip yoluna devam ederken önüne çıkan Hazret-i İbrahim:
— Nereye gidiyorsun muhterem, buyur, birlikte bir çorba içelim, sonra yoluna devam edersin, demiş.
Yaşlı adam itiraz etmemiş:
— Madem istiyorsun, davete icabet etmek gerekir, seni kıracak değilim ya., diyerek yolunu değiştirmiş, birlikte Hz. İbrahim'in hanesine gelmişler. Misafir odasının bir köşesine geçip oturan ihtiyar, az sonra ortaya serilen sofraya bakarak üzülmeye başlamış. İbrahim Aleyhisselâm:
— Baba, niçin üzüntülüsün? deyince:
— Evlâdım, ben ortaya serdiğin bu sofraya nasıl yaklaşayım? Elimden tut, beni sofraya kadar sürükle, demiş.
Dediğini yapmış. İhtiyarın elinden tutup sofraya sürükleyerek getirmiş. Bu defa da bir başka mes'ele ortaya çıkmış. İhtiyar
— Hani nerede kaşık, tabak? Gözlerim pek iyi farketmiyor, demiş.
Bir eline kaşığı, bir eline de ekmeği veren İbrahim Aleyhisselâm, çorba dolu tabağı gösterip buyur etmiş. Bir de bakmış ki, İhtiyar, titreyen eli ile tuttuğu kaşıktaki çorbayı döke döke ağzı yerine kulağına doğru götürüyor, sonra aklı başına gelince ağzına getiriyor. Ancak o zamana kadar da kaşıkta, birkaç damla kalan çorba, midesine gitmeden ağzından dökülüp sofraya saçılıyor. Bu üzücü hâli görünce dayanamayıp sormuş:
— Baba nedir bu hâlin? Neden böylesin? İhtiyar cevap vermiş:
— Neden olacak, yaşlılıktan.
— Kaç yaşındasın? diye sormuş İbrahim Aleyhisselâm.
Verdiği cevaba göre ihtiyarın yaşı kendisinden sadece iki sene fazlaymış. Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselâm:
— Demek ki iki sene sonra ben de aynı yaşa gelecek, aynı duruma düşeceğim! diye düşünmeye başlamış. Bu defa ellerini açıp yalvarmış:
— Yâ Rab. bu duruma düşmek istemiyorum. Böyle yaşamaktansa ölüm daha güzeldir. Gönder meleğini, alsın ruhumu!
İşte bu sırada sofra başındaki perişan ihtiyar birden ayağa fırlayıp:
— Hazır ol ey Allah'ın Nebisi, işte geldim, diyerek karşısına dikilmiş.
— Sen kimsin, ne diye karşıma dikiliyorsun? Meçhul İhtiyar cevap vermiş:
— Ben ruhları alan Azrail'im. Rabbim ölümün yaşlılar için ne kadar rahmet ve nimet olduğunu göstermek için beni sana gönderdi!
İbrahim Aleyhisselâm kelimelere basa basa konuşmuş:
— Evet, her zamanki gibi bir daha inanıyor, iman ediyorum ki, ölüm, imanlı ihtiyarlar için, mihnetsiz, meşakkatsiz bir hayata geçiştir. Azrail gibi emin ve sağlam birine bu sebeble ruhumu emniyetle teslim edebilirim.
Kaynak:Ahmed Şahin, Dini Hikâyeler, Cihan Yayınları, İstanbul 2006, s. 89