Faydalı Paylaşımlar..

18 Aralık 2014 Perşembe

Bir Osmanlı'dan Tevekkül Dersi

22:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments

1800’lü yılların İstanbul’u. Yer Eyüp Sultan... Hadisenin kahramanları, Osmanlı gündelik hayatındaki vazgeçilmez mekânlardan biri olan şirin bir mahallenin bakkalı, mahalle sakinlerinden Mehmed Selahaddin amca ve hanımı Hatice Sâtıa teyzedir.

Diğerlerinden farkı olmayan sıradan bir günün başlangıcıdır. Mehmed Selahaddin amca, hemen her gün tekrarlanan mutad sabah alışverişi için bakkala kadar çıkar. Alacağı, birkaç çeşit kahvaltılık nevaledir. Bu arada Hatice Sâtıa teyze kahvaltı sofrasını hazırlamakla meşguldür.

Dakikalar birbirini kovalamış, süt fincanda soğumaya yüz tutmuş ama Mehmed amca bakkaldan henüz dönmemiştir. Sâtıa teyze meraklanmıştır; çünkü kadim bakkalları evlerinin hemen az ilerisindeki köşe başındadır. “Sohbete mi daldılar acaba?” diye düşünüp dururken, Mehmed amca nihayet elindeki nevalelerle kapıda görünür.

Kapı açılır açılmaz malum soru sorulur: “Nerede kaldın bey, meraklandım…” Mehmed Selahaddin amca biraz soluklandıktan sonra; “Hanım, der, duydum ki mahallenin taa uç tarafında yeni bir bakkal daha açılmış. Alışverişi oradan yapayım dedim; haliyle ondan biraz geciktim.”

Hatice Sâtıa teyze merakını yenemez ve sorar hemen: “Niye? Bizim bakkal efendiyle aranızda bir tatsızlık mı oldu? Yoksa yeni bakkal daha ucuza mı mal satıyormuş?”

“Hayır, hanım hayır! Zannettiğin gibi değil” diyen Mehmed Selahaddin amca, yeni bakkaldan alışverişinin sebebini şöyle izah eder:

“Bir Allah’ın kulu kimseden vaad almadan, kimseye güvenmeden ‘Tevekkeltü alellah’ demiş. Rezzak olan Mevlâ’sına güvenerek gelmiş, bizim mahallemize bir bakkal dükkanı açmış. Bir mahalle halkı olarak; ‘yeri uzaktır, kimin nesidir, tanımıyoruz’ diye ona alışverişe gitmezsek eğer, bu kulun belki tevekkül inancı zayıflayabilir. Bundan da Allah katında bizler mesul oluruz!...”

Kaynak:İbrahim Refik, Edeb Yâ Hû, Albatros Kitapları, İstanbul, 2000, s.30-32.

Yemeğini Köpeğe Verip Aç Kalan Kölenin Mükafatı

20:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Abdullah b. Cafer (r.a) bir fidanlığa uğradı ve orada çalışan siyah bir köle gördü. Biraz sonra köleye üç tane çörek getirip verdiler. O sırada bahçeye bir köpek girdi ve köleye yaklaştı. Köle çöreğin birisini köpeğe attı, köpek onu yiyince ikincisini, sonra üçüncüsünü attı, köpek de yedi. Abdullah b. Cafer (r.a) ise bu durumu seyrediyordu. Sonra Abdullah b. Cafer (r.a) köleye sordu:

- Ey köle! Günlük azığın ne kadardır?

- Gördüğün üç çörektir..

- Peki neden köpeği kendine tercih ettin?

- Burası köpeklerin yeri değildir, uzak mesafeden aç gelmiştir. Onu aç olarak geri göndermeyi uygun görmedim.

- Akşama kadar ne yapacaksın?

- Aç kalacağım.

Abdullah b. Cafer (r.a) :

“Ben cömertliğimden dolayı kınanırım. Bu köle ise benden daha cömerttir.” dedi. Sonra o bağı, köleyi ve orada bulunan aletleri sahibinden satın alıp o köleyi azat etti ve bağı ona bağışladı.

Kaynak: İmam Abdulkerîm el-Kuşeyrî  Kuşeyrî Risâlesi

Istırabın Gözyaşları

17:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülaziz dünyadan el-etek çekerek kendini Allah'a ibadete adamış üstün devlet adamlarından biridir. Tarih sayfaları arasında gezinirken görmekteyiz ki, bu üstün devlet adamı adaleti, güzel ahlakı ve devamlı ibadetiyle zamanında tüm Müslüman halkının gönüllerinde saygı ve sevgiden yıkılmaz bir taht kurmuştur.

İşte bu halifenin kadın hizmetçisi bir gece uykusunda ilginç bir rüya görür. Kıyamet kopmuş, insanlar dirilmiş, amel terazisi kurulmuş ve tüm insanlar Mahşer toplantısına akın ederek sorgu suale çekilmektedirler. Hesabı görülen bütün hükümdarlar Sırat Köprüsünün başına getirirler.

İlk önce Mervanoğlu Abdül-Melik getirilir. Sırat köprüsünü geçmek üzere daha bir veya iki adım atar atmaz ateşler ve dehşetlikler yeri Cehenneme düşer. Ardından oğlu Velid getirilir. O da adımlarını daha atar atmaz Cehennem alevleri arasına yuvarlanıp gider. Böylece yeryüzü hükümdarları kıldan ince kılıçtan keskin Sırat Köprüsü üzerinden geçirirler. Hepsi de, birer birer Cehennem alevleri arasına yuvarlanır. Sıra Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz'e gelir.

Gördüğü rüyasını çok sevdiği halife Abdülaziz'e anlatan kadın hizmetçisi sözün burasına gelince coşkun iman sahibi halife hıçkırıklar salarak ağlamaya ve başını dövmeye başlar. Bütün ev halkı başına toplanarak teskin etmeye çalışırlarsa da boşunadır. O, Cehennem azabına uğramanın ve Allah'ın gazabına çarpmanın acı akibetine dalmış yaşın yaşın ıstırap gözyaşları dökmektedir.

O'nun acı ve ıstırabına dayanamayan kadın hizmetçi de oluk oluk yaş dökmeye başlar. Halife sanki ağa tutulmuş, artık hayatını kaybetmek üzere olan balık gibi çırpınıp didinmektedir.

Gözyaşları arasında kadın hizmetçi Halifesine sözünü duyurmaya çalışır, ama boşunadır. Bir türlü, "Allah'a and olsun ki, sizi Cennette gördüm. Sırat Köprüsünü kolaylıkla geçtiniz." diyen sözlerini duyuramaz. Halifenin çığlıkları ve acı acı çınlayan iniltileri kesilince bakarlar ki ruhunu teslim ederek öbür dünyaya göçmüştür.

Yüce Allah (c.c.) cümlemizi kendi korkusu gönlünde kökleştiren kullarından eylesin, amin... - Mev'ize -

KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 73-75

Bu Akşam Hindistan'da

16:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Hz. Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:

"Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana..."

Adam telaş içinde:

"Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı..."

"Peki ne yapmamı istiyorsun?"

Adam yalvarır:

"Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!"

Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve:

"Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak!" emrini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür.

Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:

"Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?" der. Azrail (a.s) cevap verir:

"Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle,hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki:

"Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan'da al!"

"Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.

"KAYNAK: TOPBAŞ, Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları Altınoluk Dizisi 20, s. 150-151.

Çivi

13:48:00 Posted by Mücahid Reis No comments



Bir zamanlar çok öfkeli ve hırçın bir çocuk vardı. Çocuk, sonradan üzülse de, kolayca öfkelenip hırçın davranışlar göstermekten kendini alamıyordu. Bir gün, yaptığı bir hırçınlığın ardından öfkesi yatışıp üzüntü hissetmeye başladığı bir vakit, babası bir torba çivi verdi çocuğa. Ve, ne zaman sinirlenip hırçınlık yapar ise, bu çivilerden birini arka bahçedeki çitlere çakmasını söyledi.

Çocuk, ilk gün otuzyedi çivi çaktı. Daha sonraki günlerde çakılan çivi sayısı gitgide azaldı. Çocuk, öfkesine hâkim olmanın arka bahçeye gidip çivi çakmaktan daha kolay olduğunu zamanla farketmişti.

Sonunda çocuk öfkesine hâkim olur hâle geldi. Gidip durumu babasına sevinç içinde anlattı. Babası, bu defa, kendisini tutabildiği her gün için çivilerden bir tanesini çitlerden sökmesini istedi oğlundan.

Günler, haftalar geçti ve en sonunda çocuk babasına tüm çivilerin bittiği haberini verdi. Bunun üzerine, babası “Aferin oğlum! İyi iş becerdin ve öfkene hâkim olmayı başardın” dedi ve çocuğun elinden tutup onu çitlerin yanına götürdü. Eliyle çitlerdeki delikleri göstererek, “Ama şu çitlerdeki delikleri görüyor musun? İşte o çitler bir daha asla aynı olmayacaklar” diye ekledi. “Öfkelenip de kötü sözler söylediğin veya kötü hareketler sergilediğin zaman, insanların kalblerinde işte bu çitlerde gördüğün gibi delikler açmış olursun. Ardından özür dilesen de, o yaranın izi orada kalır. Onun için, özür diler hallederim diye düşünmektense, sonradan özür dilemek zorunda kalacağın bir hareket yapmamaya çalışmalısın.”

(Uyarlama: Cemal Karabel) Zafer Bilim Araştırma Dergisi © 2009