Faydalı Paylaşımlar..

14 Ekim 2014 Salı

Çalınan Rüyalar

23:30:00 Posted by Mücahid Reis No comments



Sınıf öğretmeni, rüya konusunda bir araştırma yapıyordu. Bu yüzden de çocuklarla sohbet ediyor, ara sıra sorular soruyordu. İnsanın ruhunu dinlendiren rüyalar, özellikle küçükler için önemliydi. 

Bir ara gülümseyip: 

— Söyleyin bakalım, dedi. Bu gece ne gördünüz?

Çocuklara eğlenceli bir iş çıkmıştı. Hepsi bu işe hevesli görünüyordu. Oturdukları yerden, rüyalarını anlatmaya başladılar.
O haftaki rüyaların önemli bir bölümü, birçok kişinin öldüğü feci bir uçak kazasıyla ilgiliydi. Bir de bunalım geçiren emekli bir polisin, aile fertlerini, yol ortasında tabancayla vurmasıyla...

Öğretmen, en arkada oturan bir öğrenciye yaklaşıp:

— Ders boyunca elini kaldırmadın, dedi. Yoksa sen rüya falan görmez misin?

Küçük çocuk, biraz utangaç tavırlıydı.

Yanakları elma gibi pembeleşirken:

— Görüyorum öğretmenim, diye tebessüm etti. Ama benim rüyalarım birazcık farklı.

— Ne gördüysen onu anlat, dedi öğretmen. Aynı şeyleri görmen gerekmiyor.

Küçük çocuk, derince bir nefes alarak:

— Dün gece rüyamda dedemi gördüm, dedi. Köyümüzün yanındaki derede idik ve kocaman bir balık tutup eve götürdük.

Öğretmen, yaptığı çalışmayı, bir sonraki dersinde de sürdürdü. O hafta görülen birçok rüyada, petrol zengini bir ülkenin bombalanmasıyla ölen onlarca çocuk vardı. Diğer rüyalar ise, meşhur bir şarkıcının vurulması ve milli maçta bıçaklanan adamla ilgiliydi.

Öğretmen, çocukların ruhlarında fırtınalar estiren; onların saf ve temiz dünyasını, uyurken bile karartan bu korkunç rüyaları, büyük bir sabırla dinlemeye çalıştı. Daha sonra da, arkadaki öğrencinin yanına gidip, aynı şeyi bu sefer ona sordu.

Küçük çocuk, dışarıdaki karlı dağlara bakıp:

— Geçen hafta yirmi tane kuzumuz doğdu, dedi. Dün akşamki rüyamda, dağın yamacındaki pınardaydım. Kuzuları orada dolaştırdım. Bu arada çiçeklerle konuşup, gökyüzündeki kuşlarla yarıştım. Onlar gibi uçuyordum havada.

Öğretmen, bu farklı rüyalara hem şaşırmış hem de çok sevinmişti. Öğrencisiyle biraz daha konuşunca; çocuğun annesiyle babasının, diğer kardeşlerinin, hatta dedesinin bile aynı türde rüyalardan gördüğünü öğrendi.

Sonunda merak edip:

— Hep bu türden rüyalar görmeniz harika, dedi. Her biri bir film gibi âdeta... Bunları görmek için, yoksa gizli bir formül mü buldunuz?

Küçük çocuk, yine gülümseyerek:

— Dedem bunun formülünü söyledi, dedi. Evde televizyonumuz olmadığından, Allah bize bu güzel filmleri gösteriyor.

Cüneyd Suavi Hayatın İçinden

Yetim Sofrası

23:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments



Genç adam, büyükçe bir eczanenin kalfası idi. İstenilen ilaçları jet gibi hazırlarken, bir yandan da müşteriyle sohbet ederdi. Gelen kişiler, ya kendileri ya da sevdikleri hasta olduğu için, genellikle keyifsiz insanlardı. Fakat kalfa onlarla bir ortak nokta buluyor, hepsinin gönlünü fethediyordu.

Eczanenin sahibi, yetmiş yaşın üstünde bir adamcağızdı. Bütün ikazlara rağmen elli yıllık usulleri uygular, bu yüzden de hesaplarda açık verirdi. Allah'tan ki kalfası çok becerikliydi. Eğer o da olmasa, herhalde bu işi yürütemezdi.

Genç kalfa, gerçekten de becerikliydi. Patronun saflığını fark edince, en pahalı ilaçlardan aşırmaya başladı. Bunları el altından pazarlıyor, maaşının üç katını kazanıyordu.

Kalfanın evi, gecekondu mahallesinde idi. Çok geçmeden eve bir kat daha çıkıldı, pencere ve kapılar yenilendi, çatısına uydu anten takıldı. Fakat hepsi bir yana, evden sık sık yükselen ızgara kokuları, dikkatleri çok fazla çekiyordu. Mahallenin bayramdan bayrama et gören insanları, duydukları kokular hakkında tahmin yürütür;

bazıları buna köfte kokusu derken, diğerleri pirzolada ısrar ederdi. Kokular akşama doğru iyice arttığında, çevre gecekonduların pencereleri, özellikle çocukların imrenmemesi için, birer birer kapatılıp perdeler çekilirdi.

Kalfanın eşi, bu durumu geç de olsa fark etmiş, komşuları daha fazla zora sokmamak için, kocasını ikaz etmeye başlamıştı. Fakat kalfa ona aldırmıyordu. Zaten çok inatçıydı. Biraz da insafsız biri tabi ki...

Komşu gecekonduda, garip bir kadıncağız ve çocukları yaşardı. Babaları genç yaşta vefat ettiğinden, geriye ne bir emekli maaşı, ne de başka bir gelir bırakmıştı. Bu yüzden ailesi perişandı. Kalfanın eşi, onlara yardım etmek istese de, kocasını ikna edemiyordu. Kalfa elbette ki "devlet baba" değildi, herkese bakamazdı. Yetimlere bayram harçlığı vermesi yeterdi. Kızlarına dar gelen, ya da artık dudak büktüğü için komşulara dağıtılan elbiseler de, bu yardımın bir parçası sayılmalıydı. Herkes o kadar verse, memlekette fakir diye bir şey kalmazdı.

Evin hanımı, arada bir de olsa, yetimlerin annesine yemek gönderiyordu. Fakat kalfa, et vermeyi yasaklamıştı. Çünkü etin tadını alırlarsa, başka yemekleri beğenmezlerdi.

Kalfanın kızı, gün aşırı et yemekten bıktığı için, “orası biraz yağlı, burası kemikli” dediği pirzola ve bifteklere bir ısırık atıp bırakıyordu. Ona göre bu etler, komşu bahçede toplanan kedi ve köpekler için nefis bir ziyafetti. Oysaki kalfa, köpek milletinden nefret ederdi. Bu yüzden de etlerin o bahçeye atılmasını istememiş; fakat sonunda, şımarık kızına boyun eğmişti. Köpeklerin havlaması, özellikle geceleri onu çıldırtıyordu. Bu sesleri duyar duymaz balkona çıkar, eline ne geçerse fırlatırdı. Yetimlerin annesi de hep bahçede olurdu. Anlaşılan köpekler, onu da çok rahatsız ediyordu.

Uyanık kalfa, yan bahçeyi mekân tutan köpekler için, zabıtaya defalarca telefon etti. Buna rağmen bir sonuç çıkmayınca, problemi tek başına çözmeye karar verdi. Bunun için de, pirzola ve bifteklerden geriye kalanları, eczaneden getirdiği etkili bir haşere ilacıyla zehirleyip bahçeye attı.

Ondan günah gitmişti. Böylelikle kesin çözüm sağlanacaktı.
Ertesi gün, yetimlerin öldüğünü duydular.

Otopsi yapmak zorunda kalan doktorlar, anneleri asla kabul etmese bile, çocukların haşere ilacı içtiklerini söylüyorlardı.

Cüneyd Suavi Hayatın İçinden