Faydalı Paylaşımlar..

4 Kasım 2014 Salı

Niçin Bu Kadar Geç Kaldınız?

14:40:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Cerrahın telefonu çalar,arayan hastahane sekreteridir. 
-Buyurun sizi dinliyorum. 
-Sayın hekim, ağır hasta var, acele bütün işinizi bırakın gelin.
-Geliyorum deyip hekim telaşla yola düştü.
Hekimi hastahanede hastanın babası hışımla karşıladı:
-Benim oğlum ölüm döşeğindedir, ne için bu kadar geç kaldınız? Sizin kendi oğlunuz olsaydı yine böyle yapar mıydınız?
Cerrah gülümsedi:
-Bana haber verilir verilmez acelece geldim. Bir de unutmayın ki, hayat ve ölüm Allah'ın elindedir.
Cerrah ameliyat odasına dahil oldu. Ameliyat iki saat sürdü. Cerrah odadan çıkıp koridordaki babanın yanından sakince geçip gitti.
Ardından yardımcı hekim çıktı. Babaya "oğlunuz yaşayacak" dedi.
Baba bir an sevindi, sonra yine hiddetlenip dedi:
-Bu cerrah çok kötü ve insafsız bir adam. Ne vardı yani, çıkarken bana iyi haberi o verseydi.
Yardımcı hekimin gözleri doldu ve adamı hayatı boyunca pişmanlığa sevk edecek olan şu cevabı verdi:
-Cerrah çok güzel insandır. Onun oğlu otomobil kazasında bugün vefat etti. Biz onu defin merasiminden çağırdık.
Oğlunun defin merasimini yapamadan sizin oğlunuzun şifasına vesile olmak için hastahaneye geldi.

(Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden)

Cimbom bombası!

13:59:00 Posted by Mücahid Reis No comments



(1 Milyarlık İslam âleminin gözü önünde bir avuç Sırp tarafından katledilen Bosna’lı kardeşlerimizin ruhlarına binlerce fatihalarla…)

Çocuk:  – Aradığımız radyo istasyonlarından biri de bu, dedi. Türkçe konuşmalar açıkça farkediliyor.

– Bizi kurtarmaya gelecekler miymiş? diye atıldı annesi. Ne diyorlar söylesene.

Delikanlı, elindeki radyoya 3-5 dakika kulak verip: – Şu anda Sırplı bir şarkıcının pop konseri var, dedi. Kızkardeşime tecâvüz edip babamın boğazını kesen canavarlar da, onları öldürürken bu şarkıları söylemişlerdir.

Kadın, acıyla sararan yüzünü evlâdından gizlemeye çalışırken, lâfı ustalıkla değiştirip:  – En kenarda bir istasyon daha çıkıyordu, dedi. Ona bak, bizim için mutlaka birşey yapıyorlardır.

Delikanlı, bir çadıra sığınmadan önce defalarca bombalanan evlerinden her nasılsa sağlam çıkan radyolarındaki son Türk istasyonunu çevirdiğinde:  – Evet, evet, buldum!… diye bağırdı. Sesler çok parazitli geliyor ama, zannedersem on binlerce insan “Bosna Sırplara mezar olacak” diye bağırıyor.

Kadın:  – Şükürler olsun, diye ağlamaya başladı. O kahraman gençler silâhsız bile gelseler, yavrularımızı kesilmekten kurtarırlar.

Delikanlı, radyoyu kulağına yapıştırarak:  – Galiba başımıza yağan bombaları da lânetliyorlar, diye devam etti. Sürekli olarak “Bomba, bomba” diye bağırıp, belki de Sırpların bombalanmasını istiyorlar.

– Radyoyu bana ver, diye atıldı kadın. Yıllardır ancak rüyalarımda duyabildiğim o sesleri doya doya dinleyeceğim.

Radyo, bir zamanlar kadının şefkatle bağrına bastığı kız evlâdı gibi kucaklanıp kulak değiştirdi ve on binlerce gencin aslanlar gibi kükreyerek haykırdığı sözler, onun acılarla kavrulmuş yüreğine ulaştı: “Bu-ra-sı siz-le-re me-zar o-la-cak. Cim-bom-bom, cim-bom-bom, cim bom bom…

(Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden)

Göz Çukuru

08:44:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Halinden yoksul olduğu anlaşılan bir adam, deniz kenarında oltayla balık tutuyordu. Tevafuken oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona, “Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim” dedi. Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar balıkçıya, “Ne yapalım, rızkın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı” diyerek alıp sarayına götürdü.

Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar. Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu. Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi. Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu. Bunda bir sır olduğunu anladılar. Bir bilgeyi çağırıp bu sırrın ne olduğunu sordular. Bilge kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:

“Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz. Çünkü doymaz Ama bir avuç toprak bunu doyurur.”

Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.

Kaynak:İsmail Özcan Kıssadan Hisseler

Kaptansız Gemi Olur mu ?

07:03:00 Posted by Mücahid Reis No comments

İmam-ı Azam Ebu Hanife'ye (rah) bir grup inkarcı insan gelmişti. Bunlar Allahu Teala'nın varlığını ve alemlerin yaratıcısı olduğunu inkar ediyorlardı. Bu meseleyi İmam-ı Azam'la tartışmak ve müslümanları şüpheye düşürmek istiyorlardı.

Adamların niyet ve dertlerini bilen İmam-ı Azam (rah), söze şöyle başladı:

"Bu konuya girmeden önce size bir şey soracağım: Şu Dicle nehrinde bir gemi var. Başında bir kaptan, içinde bir yardımcı eleman yokken, kendi başına hareket ediyor, sahile yanaşıyor, içine yiyecek, içecek ve bir sürü malzeme dolduruyor; sonra kendi başına yol alıyor, gideceği yere gidiyor, bu yükleri orada boşaltıp geri dönüyor. Siz buna ne dersiniz ?

Adamlar hep bir ağızdan:

"Bu olacak iş değil, böyle bir şey kesinlikle meydana gelemez. Kendi başına bir geminin bunları yaptığı nerede görülmüş?" dediler.

O zaman İmam gereken cevabı verdi:

"Bir geminin tek başına bu işleri yapması imkansız olunca, üstüyle altıyla şu koca kainatın kendi başına kurulması, hareket etmesi, içinde bunca varlıkların yaşaması nasıl mümkün olur? Adamlar sustular, bu alemin ve kendilerinin sahipsiz olmayacağını fark ettiler. (1)

İmamın önünde müslüman oldular. (2)

(1) Bkz: Aliyyü'l-Kâri, Şerhu Fıkhı'l-Ekber,22

(2) Hâfız b.Ahmed Hakemî, Meâricü'l-Kabul, I,65-66.