"Seksen yaşını aşkın bir teyzeyle konuşuyorum. O yaşta sırtında ot dolu sepetiyle tarladan yeni gelmiş. Bir güler yüzlü, bir tatlı dilli, beyaz tenli ve çemberinin uçlarından sapsarı saçları görünüyor. Ekrandan iyi tanıyor beni… Konuşuyoruz. Bir mübarek dualar ediyor. Bin maşallah.
Söz dönüp dolaşıp kocasına geliyor… `Evladım, kocam yirmi yıl dövdü beni.` dedi. `Yirmi yıl sırtıma değnek yedim. İmtihan dedim, evladım dedim, konu komşu dedim, sabrettim, dayandım. Ne yaptım sana! Azıcık bir şey olsa basıyor günahı küfrü... Her şeyin günah keçisi ben! Ne suçum var benim! En sonunda dayanamadım, karşı çıktım ona. `Allah`ım seni bildiği gibi yapsın! Benim adımı sayıklaya sayıklaya çıksın canın!` dedim. Şok edici! Sessizlik! Gözlerimiz titredi… İkimizin de.. Devam etti teyze…
`Birkaç hafta geçmedi, aniden bir şey oldu ona, hastaneye kaldırdılar. Haftalarca yattı. Gelene gidene beni sormuş. Helalleşmek için çağırıp durmuş. Gitmedim ziyaretine. Gece gündüz, gözünü açınca benim adımı sayıklıyormuş ve sayıklaya sayıklaya ölmüş dediklerine göre…"
Otuz veya kırk yıl önceki hadise… Akılsızca zulmünün sonunda gelen haklı bir bedduayla ömrünü bitiren bir koca… O günden beri dul yaşayan, tarlalarda çalışan ve inek bakmaya devam eden seksen küsur yaşında bile dipdiri bir Karadenizli köylü teyze… Hayat ders alınacak hikâyelerle tıka basa dolu. Ne olur kibri bırakıp da ders alsak. Ne olur Allah`ın tokadı gelince sert vuracağını düşünüp titresek de, zulümden sakınsak!"
Dr. Muhammed Bozdağ
0 yorum:
Yorum Gönder