Zünnun-i Mısrî'nin iç dünyasındaki mevcelenmelerden anlamayan insanlar onun bir kısım hallerinden rahatsız oldular ve onu tımarhaneye attırdılar. Bunu duyan dostları ziyaretine gitti. Zünnun onlara bağırarak:
- Siz kimsiniz? dedi.
- Bizler senin dostlarınız, dediler. Halini, hatırını sormaya geldik.
Zünnun, gelenlere saldırmaya, üzerlerine taş toprak atmaya başladı. Hepsi kaçarak bir yana dağıldı. Zünnun bir kenara çekilmiş gülüyor ve şöyle diyordu:
- Neden böyle köşe bucak kaçıyorsunuz? Hani dostumdunuz? Dostun eziyeti dosta ağır gelmez. Dostluğun alâmeti, dosttan gelen zorluğa katlanmakla belli olur.
İnsanların, başlarına gelen bir musibet karşısında en ufak bir yanlış tavra girmemek için yürekleri titremeli, Ondan gelene "safa geldi, hoş geldi" demeye çalışmalıdırlar, insanın vazifesi naz değil, niyazdır. En ufak bir sıkıntıda dostuna mırın kırın etmek vefasızlık ve nankörlüktür. O, bazen dostunun dostluğunu deneyebilir. Arkasında büyük lütuf muradı olabilir. Sabır, sıkıntıya ilk uğranılan anda gösterilen tavırdır.
Kim bilir bilmeden ne vefasızlıklara düşüyoruz.
KAYNAK: AKAR, Mehmet; Mesel Ufku, Timaş Yayınları, İstanbul 2004, s. 135
0 yorum:
Yorum Gönder