Küçük çocuk, bahçelerindeki erik ağacına konan tombalakça bir kuşu gördüğünde, gözlerini ondan ayıramadı. Genellikle serçeleri bildiği için, kuşların hepsini renksiz sanırdı. Oysa ağaçtaki kuş, rengârenk kanatlarıyla sanki Cennetten gelmiş, bu yüzden de aklını başından almıştı.
Ufaklık, o kuşu ele geçirmek istedi. Eğer bir kafes bulursa onu içine koyar, kuşdili öğrenerek kendisiyle doya doya sohbet ederdi.
İyi ama o kuşu nasıl yakalardı?
Beklemeyi sevmezdi. Bu yüzden de tuzak kurmak işine gelmiyordu. Herhalde en kısa yol, bir sapan kullanmaktı. Elbette ki kuşa zarar vermeyecekti. Bunun için taş yerine, yere düşen yumuşak erikleri fırlatacak, kuşu sersemletip yere düşürecekti. Elbette ki daha sonra onun gönlünü alır, kuş sütüyle besleyip yaptığı şeyleri affettirirdi. Bu durumda bayramdan hemen önce, odasında sevimli bir arkadaşı olurdu.
Günler çabucak geçti. Arife günü gelip çatmasına rağmen, çocuk o arkadaşına kavuşamadı. Ama henüz ümidini kaybetmemişti. Mahallede eski bir cami vardı. Avlusunda ise koca koca çınarlar… Kendisini hayran bırakan renkli kuşlar, o çınarların üstüne konabilirdi. Küçük çocuk o hevesle avluya girdiğinde, ikindi ezanı okunuyordu. Kuş sesleri duyunca etrafa bakındı. Ağaçların üzerinde hiçbir kuş yoktu ama, abdest alan yaşlı bir adamın yanında, bir kafes dolusu renkli ispinoz duruyordu.
Küçük çocuk, bulunduğu yere çakılıp kaldı. Anlaşılan yaşlı adam hepsini yakalamış, kendisine bir şey bırakmamıştı.
Abdest alan ihtiyar, çocuğun o hâlini fark edince:
— Kuşlarımı çok beğendin herhalde, dedi. Biraz önce satın aldım hepsini.
Küçük çocuk, onlara doğru sokulurken:
— Çok güzellermiş, dedi. Hep havada görüyordum onları. Bir de erik ağacının üstünde.
İhtiyar adam, kafesten bir kuş tutup:
— Tüyleri bir pamuk gibi yumuşak, dedi. Okşamak ister miydin?
Küçük çocuk bu teklife inanamadı. Ama böyle bir fırsatı kaçırmak istemezdi. Ellerini küçük bir yuva haline getirip kuşu içine aldı. Duyduğu heyecanla, kalbi sanki yerinden çıkacak gibiydi. Kuşun küçük kalbi de, onunkinden pek farklı sayılmazdı.
Küçük çocuk ispinozu defalarca öperken, yaşlı adam onun başını okşayarak:
— Haydi bakalım! dedi. Şimdi bırak istersen, uçup gitsin.
Çocuk, bu sözlere de şaşırmıştı. Günler boyunca peşinde koştuğu avı, bu kadar çabuk kaybetmek istemiyordu.
İhtiyara yalvaran gözlerle bakarken:
— Bizim evde kalmasını isterdim, dedi. Onu iyi beslerdim. Hiçbir şeyini eksiz bırakmazdım.
İhtiyar adam, kafesteki kuşları tek tek salıyordu. Küçücük bir çocukken, bu işleri babasından öğrenmiş, azat edilen kuşların, onu Cennet kapısında karşılayacağını duymuştu.
Çocuğun kulağına doğru eğilerek:
— Bu kuşları Cennette sevmen için, onları bırakman gerekir, diye fısıldadı. Üstelik sen de uçarak onlarla yarışırdın.
Küçük çocuk, Cennet'i hatırladı. Dedesi oraya gitmeden biraz önce, kendisine her şeyi anlatmıştı. Cennetteki canlıların tamamı, elbette ki kuşlar da, insanlar gibi ölümsüz olacaklardı. Kuşu bir kez daha öptükten sonra, Cennette buluşmak duasıyla bıraktı.
İspinoz kuşu, minareler arasından göklere yükselirken, bayram topları peş peşe atılıyordu.
Kaynak: Cüneyd Suavi, Hayatın İçinden Hikâyeler.