1994 Eylül'ünün sonları... Serin bir sabah... İzmir yönünden Balıkesir'e yaklaşan bir otobüs, şehrin girişindeki inşaat malzemeleri satan bir dükkânın önünde durdu. Otobüsten, uzun boylu bir genç indi. Elindeki valizden ve tedirgin bakışlarından, buranın yabancısı olduğu anlaşılıyordu. Gömleğinin cebinden çıkardığı kâğıdı dikkatle inceledi. Aradığı adrese ulaştığını görünce, yüzünde hafif bir tebessüm dalgalandı. Kapıdaki görevliden, aradığı kişinin içeride olduğunu öğrenince, sevinci bir kat daha arttı. Heyecanla titreyen eli, büronun tokmağına dokundu:
—Giriniz lütfen, kapı açık!
—İyi günler! Mustafa Bey, Denizli'den asker arkadaşınız Oktay Bey gönderdi. Size şu notu iletmemi istedi.
Mustafa Bey, eski bir dostu hatırlamaktan son derece memnun olmuştu. Ama, "Bu gence,
maddî yönden sahip çıkın!" notunu da okuyunca, biraz tedirginleşti. Evet, "ekonomik yönden sıkıntı içinde olan, hem siması hem de yüreği temiz öğrenciler" için yardım ediyor, hattâ yardım bile topluyordu. Karşısındaki gence, bu düşüncelerle bir kere daha baktı. "Saçları jöleli... Üzerine tokaları şıkırdayan dar bir kot takım giymiş; üstelik, sigara da kokuyor." diye düşündü. Arkadaşının, nasıl olup da böyle birine sahip çıkmasını beklediğini anlayamamıştı. Yardım eli uzatılması gereken nice Anadolu delikanlısı dururken... Neyse, görünüşü tuhaf bu genci gözü tutmadığı için, hemen cevap vermektense gencin durumunu araştırmayı düşündü. Ona şimdilik sadece telefon numarasını verip; 'Sen şimdi git yurda yerleş, bir gelişme olursa, ben sana ulaşırım.’ dedi.
maddî yönden sahip çıkın!" notunu da okuyunca, biraz tedirginleşti. Evet, "ekonomik yönden sıkıntı içinde olan, hem siması hem de yüreği temiz öğrenciler" için yardım ediyor, hattâ yardım bile topluyordu. Karşısındaki gence, bu düşüncelerle bir kere daha baktı. "Saçları jöleli... Üzerine tokaları şıkırdayan dar bir kot takım giymiş; üstelik, sigara da kokuyor." diye düşündü. Arkadaşının, nasıl olup da böyle birine sahip çıkmasını beklediğini anlayamamıştı. Yardım eli uzatılması gereken nice Anadolu delikanlısı dururken... Neyse, görünüşü tuhaf bu genci gözü tutmadığı için, hemen cevap vermektense gencin durumunu araştırmayı düşündü. Ona şimdilik sadece telefon numarasını verip; 'Sen şimdi git yurda yerleş, bir gelişme olursa, ben sana ulaşırım.’ dedi.
Daha sonra Denizli'deki arkadaşını arayıp genç hakkında geniş bilgi edinmeyi düşündü; fakat işlerinin yoğunluğundan buna bir türlü fırsat bulamadı.
Günler geçip gidiyordu. Bir iki gün sonra, aynı genç yine dükkâna geldi. Mustafa Bey, dükkânın içinde koşuşturup işçilere talimat yağdırırken, genci ihmal ettiğinin farkına bile varamıyordu. Gencin daha sonraki gelişlerinde de Mustafa Beyin işleri dolayısıyla gençle ilgilenmeyişi tekrarlanınca genç artık uğramaz olmuştu. Mustafa Bey, Denizli'deki arkadaşını bir vesileyle aradığında arkadaşı genci sormuş ve onun hakkında bazı bilgiler vermişti. Mustafa Bey, yaptığı hatayı anlamıştı; çünkü genç aslında temiz ve izzetine düşkün, arayış içinde, sahip çıkılması gereken ve istikbal vaat eden biriydi. Mustafa Bey, bunun üzerine genci birkaç gün aradı; fakat bulamayınca bir daha üstüne düşmedi.
Bu hâdisenin üzerinden uzun bir zaman geçti.
1999 Haziran'ında, sıcak bir Balıkesir akşamı... Mustafa Beyin dükkânına, iyi giyimli birisi geldi:
—İyi günler! Şehrin dışında yaptırdığım villa için, acilen alçıpene ihtiyacım var.
—Peki efendim. Şimdilik siparişinizi alalım pazartesi getiririz.
—Ama malzemeler yarın lâzım. Eğer getirirseniz, hem nakliye masrafınızı karşılar, hem de yüklü bir avans verebilirim.
—İyi günler! Şehrin dışında yaptırdığım villa için, acilen alçıpene ihtiyacım var.
—Peki efendim. Şimdilik siparişinizi alalım pazartesi getiririz.
—Ama malzemeler yarın lâzım. Eğer getirirseniz, hem nakliye masrafınızı karşılar, hem de yüklü bir avans verebilirim.
Bu acil ve kârlı siparişi kaçırmamanın tek yolu, kamyonete atlayıp İzmir'e gitmekti. Nitekim o da, bunu yapmaya karar verdi.
Mustafa Bey, dükkânını kapayıp evine gitti. Akşam yemeğinden sonra, kamyonetiyle yola koyuldu. Şehrin 10 km kadar dışında karanlığın koynuna doğru ilerliyordu. Biraz sonra, üniversitenin önündeydi. Az ileride birisi, "oto-stop" çekiyordu. Yaklaşınca, yavaşlayıp oto-stop çeken kişiyi şöyle bir süzdü: Sırtındaki çantası ve tuhaf kıyafetiyle, bir ‘ucube’yi andırıyordu. Üstelik, uzun ve boyalı saçlarından, kız mı, yoksa erkek mi olduğu anlaşılamıyordu. "Hey babalık! Beni de alsana arabana!" deyince, erkek olduğunu anladı. Kendi kendine, "Terbiyesiz!" diye söylenerek, tekrar gaza yüklendi. İki yüz metre gitmemişti ki, içinden bir ses, "Dön ve o genci arabana al!" diyordu. Önce önemsemeyip, yoluna devam etmek istedi. Ama içindeki ses, daha kuvvetli bir şekilde, aynı çağrıyı tekrarladı. Durdu, geri dönüp genci arabasına davet etti. Lâkayt bir tavırla koltuğa yerleşen genç, alkol kokuyordu. Genç hafif bir sırıtmayla teşekkür etti sadece. Yola devam ederlerken Mustafa Bey, gencin makine mühendisliğinin uzatmalı beşinci sınıfını okuyan Denizlili biri olduğunu öğrendi. Bu duruma bayağı keyiflenmişti. Aklına, Denizlili arkadaşı geldi. Gence, bu arkadaşından bahsetmeye başladı. Karşısındaki gencin yüzünde birden soğuk rüzgârlar esmeye başladı. Genç sanki, şok geçiriyordu. Tam bu sırada:
—Durdur şu arabayı, durdur diyorum sana! Hemen inmem gerekiyor!
—Durdur şu arabayı, durdur diyorum sana! Hemen inmem gerekiyor!
Mustafa Bey, şaşırmıştı. Ne oluyordu böyle? Acaba, karşısındakini kıracak bir sözü veya davranışı mı olmuştu? Onun gönlünü almaya çalıştı. Ama, ısrarına rağmen, gencin inme isteğinin önüne geçemedi. Gecenin karanlığında, bir ağaç kümesinin dibinde arabasını durdurmak zorunda kaldı. Genç, öfkeyle kendini dışarı attı. Mustafa Bey, ısrarla aynı şeyi soruyordu:
—Bari, niye inmek istediğini söyle!
Gencin, lâkayt tavrından eser kalmamıştı. Sesinde, yıllar öncesinden kaynayıp taşan bir öfke gizliydi:
—Bak bana, iyi bak! Beni tanımadın değil mi? Beş yıl önce kapına gelip senden yardım istemiştim. Sen ise, orada olduğun hâlde kendine yok dedirttin!
Mustafa Bey, şaşkınlıktan donakalmıştı. Kısa süreli bir düşünce felci geçiriyor gibiydi. Kendini toparlayıp, gencin hâlinden pişmanlık duyarak ondan özür dilemek istedi. Yalvarmalarına rağmen genç, karanlığın içinde kaybolup gitti. Bir süre peşinden gitmiş ama yetişememişti. İzmir'e gitmekten vazgeçip, her yeri didik didik aramaya koyuldu. Gencin gidebileceği her yere baktı. Sanki genç, yer yarılıp da içine girmişti. Ne yaptıysa, bir türlü ona ulaşamadı. Eve geldiğinde, vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Yıllar önce yaptığı bir ihmal, onun içini kurt gibi kemiriyordu.
Günler, ağır aksak da olsa, geçiyordu. O gecenin üzerinden henüz on beş gün geçmişti. Mustafa Bey, içini kemiren o büyük pişmanlıkla, her geçen dakika mum gibi eriyip tükeniyordu. O sabah da işine erken gelmişti. Kapıdaki görevliye selâm verip, odasına geçti. Biraz sonra kapıdaki görevli, sabah çayıyla simidini ve gazetesini getirdi. Görevli henüz kapıya varmamıştı ki, bir gürültüyle irkildi. Arkasına baktığında gazetenin üzerine yığılan Mustafa Beyi gördü. Koşup Mustafa Beyi kaldırdı, odadaki kanepeye yatırdı. Masadaki gazetinin baş sayfasında, kanlar içinde bir gencin büyük boy fotoğrafı vardı. Altında da, bütün olup biteni özetleyen şu cümle yazılıydı: "Makine mühendisliği 5. sınıf öğrencisi genç, oto-stop çekerken, kendisine çarpan bir aracın altında, fecî şekilde can verdi."
Kaynak: Veysel ERGİN / Hikaye - Mayıs 2005 Sızıntı Dergisi
0 yorum:
Yorum Gönder