İnsanın üç önemli arkadaşı vardır. Bunlardan birisi vefalı, İkisi vefasızdır. Bu üç arkadaştan biri; mal mülk, diğeri; yakınları ve dostları, üçüncüsü ise; yaptığı hayırlı İçlerdir.İnsan Ölünce malı onu terk eder. Uzun bir seferin yolcusu olan insan, ne yazık gideceği yer İçin hazırlaması gereken erzakını yolda bırakmış olur. Ardından gönderecek ancak hayırlı nesiller ve hasenatıdır.
Dostları mezarın başına kadar gelir. O ağır hediyeyi sahibine gönderdikten sonra hicranla el sallar ve bırakır giderler. Bu ayrılığı çoktan kabullenmişlerdir veya kabul etmek zorundadırlar.
Vefalı dostu insanı yalnız bırakmaz, insandan ayrılmayan, onun ebedî azık olarak hazırladığı ibadetleri, hak yolunda çektiği çileler, katlandığı sıkıntılar, üzerine bulaşan tozlardır. Mezarı aşan, sıratta onunla yürüyen, ebedî saadet olarak karşısına çıkan buradan götürdüğü o şeyler ve ikram-ı ilahîdir.
Kaynak: AKAR, Mehmet; Mesel Ufku, Timaş Yayınları, İstanbul 2004, s. 78
Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah'a devamlı yalvardı, yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufku gözledi. Ama ne gelen oldu, ne giden...Adayı mecburi mekan tutan adam, daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklarından kendine küçük bir kulübe yaptı.
Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula vs. gibi eşyaları bu kulübeye taşıdı. Günler hep aynı geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor, ufku gözlüyor ve kendisini bu ıssız yerden kurtarması için Allah'a dua ediyordu.
Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı. Geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Dumanlar döne döne göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi.
"Allah'ım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti. O geceyi tarifsiz bir keder İçinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde Allah'ın bu hadiseyi başına getirmesinden dolayı sitemler etti.
Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı. Evet, evet onu kurtarmaya geliyorlardı! Hem de herşeyden umudunu kestiği bir anda.
"Benim burada olduğumu nasıl anladınız?" diye sordu bitkin adam, kendisini kurtaranlara...
Aldığı cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: "Dumanla verdiğin işareti gördük!"
Kaynak:İbrahim Refik, Hayatın Renkleri, Albatros Yayınları, İstanbul 2001, s.18
İşittim ki, İbrahim Edhem (k.s.) hazretleri.Bir gece devlet tahtında mışıl mışıl uyuyordu.
Sarayın tavanında bir ayak sesi işitti. Yerinden kalktı. Dağınık bir halde… Kendi kendine söylendi:
-”O kim ola?
Damda olan acaba kimdir?” “Bu vakitte sarayımızın damına çıkan kimdir?
Cevâb geldi: -”Ey cihân şahı! Devemi kaybettim. Ben fakir ve müflis yaşlı bir kişiyim!
Şah olduğu yerinde güldü.
-”Sarayın damında deve ne gezer?“dedi.
İkinci cevâb geldi: -“İyi bahtlı genç! Hiç aranır mı Allah, tahtta yatmakla?
Eğer sen yiyerek, uyuyarak ve rahatına bakarak Allah’ı ararsan; ben de damın köşesinde deve ararım!…
İbrahim Edhem gizliden bu sesleri ve öğütleri işitti.
Hiç şüphesiz dünyadan feragat etti.
Menzil, makam ve meviklerinden tecrid eden bir yola girdi.
Sonra bütün âlemlerde makbul bir kişi oldu….
Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 4/92-93
Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?" diye sorardı. Görenler de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu:" Sizden bir rüya gören yok mu ?"
Kendisine:
"- Bizden kimse bir Şey görmedi!" dediler. Bunun üzerine:
" Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece bana iki kişi geldi.
Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanında biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu. Bazen bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama, başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu. İyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere:
- Sübhânallah ! nedir bu ? dedim. Dinlemeyip:
- Yürü! Yürü!
dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da:
- Sübhanallah, nedir bu? dedim. Cevap vermeyip:
- Yürü ! Yürü !
dediler. Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. İçinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp:
- Bunlar kimdir?
diye sordum. Bana cevap vermeyip:
- Yürü ! Yürü !
dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp:
- Bu nedir?
diye sordum. Cevap vermeyip yine:
- Yürü ! Yürü !
dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi görmemişsindir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine:
- Bu nedir?
diye sordum. Cevap vermeyip:
- Yürü ! Yürü !
dediler. Beraberce yürüdük. İri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine:
- Bunlar kimdir?
dedim. Cevap vermeyip:
- Yürü ! Yürü !
dediler. Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağaç hiç görmedim. Arkadaşlarım:
- Ağaca çık !
dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altın ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik. Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara:
- Gidin şu Nehire banın!
dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki sâfi süttü, bembeyaz. . . Gidip içine banıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı.
Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar:
- Bu gördüğün, Adn cennetidir. Şu da metin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi.
- Beni gezdirin, içine bir gireyim! dedim.
- Şimdilik hayır! Amma mutlaka gireceksin, dediler. Ben:
- Geceden beri acayip şeyler gördüm, neydi bunlar? diye sordum.
- Sana anlatacağız, dediler ve anlattılar:
- Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur'ân'ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saran kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam fâiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim (aleyhissalâtu vesselâm)'di. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (bûluğa ermeden) ölen çocuklardır. "
Cemaatten biri hemen atılarak:
"- Ey Allah'ın Resülü! Müşrik çocukları da mı`?" diye sordu.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
" Evet, dedi, müşrik çocukları da." ve anlatmaya devam etti:
" Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir."
Buharî, Tà'bir 48, Ezân (Sıfatu's-Sal t) 156, Teheccüt 12, Cenâiz 93, Büyü 2. Cihâd 4, Bedül-Halk 6, Enbiya 8, Tefsir, Ber et 15, Edeb 69; Müslim 23, (2275); Tirmizî, Rü'ya 10, (2295).
Moskova’ya 150 mücahidle girdim. 2 bin insanı birkaç gün rehin aldım ve dünya ayağa kalktı. Rusya devleti yıllardır 1 milyon Çecen’i Çeçenistan’da rehin tutuyor ama kimse bir şey söylemiyor.
| Şehid Komutan Şâmil Basayev