İran'da bir zamanlar zalim bir hükümdar yaşıyormuş. Saltanatını halka zulüm ve baskı ile yürütüyormuş.
Bir gün, şehirde gezerken bir evin bahçesinde gördüğü bir kadına göz koymuş, adamlarına onu sarayına getirmelerini emretmiş. Adamları zalim hükümdara:
- Efendimiz, o göz koyduğunuz kadın, şehirde bir marangozun karısıdır. Kendisi ve kocası çok dindar, çevrede oldukça sayılıp sevilen kimselerdir. Düşmanlarınız sizin bu arzunuzu duyup, aleyhinize işi büyütebilirler. Siz marangoza bu gece sabaha kadar yapamayacağı bir iş teklif ediniz. Sonra da emrinizi yerine getirmedi bahanesiyle, kendisini idam ediniz. O zaman göz koyduğunuz karısı dul kalır, kendiliğinden size gelir, aleyhinizde herhangi bir dedikoduya da sebebiyet verilmemiş olur.
Zalim hükümdar, akılcılarının verdikleri bu aklı pek beğenerek, marangozu çağırtmış, şöyle konuşmuş:
- Bu gece sabaha kadar, öd ağacından olmak şartıyla, on tane süslü sandık yapacak; şafak vakti göndereceğim adamlarıma teslim edeceksin haberin olsun!..
İyi kalpli Marangoz buna imkânı olmadığını, verdiği mühleti birkaç hafta uzatmasını istemişse de, zalim Hükümdarı kararından döndürememiş.
- Şafak vakti göndereceğim adamlarıma, ya on sandığı teslim edersin, yahut da buna mukabil kendi kelleni verirsin.
Marangoz heyecan ve telâş içinde evine gelmiş, gözyaşı döküp ağlamaya başlamış. Ailesinin ısrarı üzerine de, zalim hükümdarın teklifini anlatmış. Hanımından gözyaşları içinde helâllik dilemeye başlamış. Kadın kocasına:
- Dur bakalım, acele etme, demiş ve ilave etmiş:
- Sen hiç kimseye zulmettin mi?
- Hayır, ben hiç kimseye ne zulmettim, ne de birinin namus ve ırzına yan baktım, işimde ve evimde, kendi halimde yaşayıp duruyordum işte!
Bu sözler üzerine kadın:
- Öyleyse, boşuna telâş etme! Zulmetmediysen zulüm görmezsin, demiş. Fakat adamda ümit iyice kaybolduğu için, "Şunun şurasında ne kaldı ki, neredeyse Hükümdarın adamları gelecek diye hayıflanıyormuş.
Kadın ise:
- Hiç telâş etme! Zulmetmediysen zulme uğramazsın. Bakalım Mevlâ neyler? diyerek serinkanlılığını muhafaza etmekteymiş.
Sabaha doğru kapı güm güm vurulmuş. Marangoz, heyecandan elleri, ayaklan titreyerek:
- Eyvah, işte geldiler; halbuki sandıkların bir tanesi bile meydanda yok!... Demiş, korkudan ecel terleri dökmeye başlamış. Kapının açılması üzerine hızla içeri giren hükümdarın adamları:
- Çabuk marangozhaneye, demişler. Adam hanımına:
- Görüşmek artık mahşere kaldı, haydi Allah'a ısmarladık!... Deyip vedalaşmış. Hükümdarın adamları bu sözlere kızmışlar:
- Neden görüşmeniz mahşere kalsın? Yapacağın, sadece bir tabuttan ibarettir, demişler.
Marangoz anlamayınca da şu izah vermişler:
- Bu gece yansı, hükümdar anî bir kalp krizi neticesinde öldü. Onun cenazesi için bir tabut yapmanı, yeni hükümdar emretti. Yapacağın bundan ibarettir!..
Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.92
0 yorum:
Yorum Gönder