Yıl, 1928... Alim, arif ve zarif insanlardan biri, Alasonyalı Cemal Öğüt, hacca gider. Çanakkale Zaferi'nin üzerinden tam 13 yıl geçmiştir. Hocaefendi, Medine'de, birçok değerli zevat ile tanışma fırsatı bulur. İşte bu mübarek zatlardan biri de, Efendimiz'in türbedandır. Bu Hak dostu, aynı zamanda sadık bir Osmanlı dostudur. Osmanlı der, başka bir şey demez. Cemal Öğüt sormaktan kendini alamaz:
- Niçin bu derece muhabbet.?
Bu pir-i fani olmuş, nurlaşmış adam, hiç duraksamadan şu cevabı verir:
- Osmanlı'yı, İslam namına sevmek için, bir hatıram bile bana yeter.
Hocaefendi'nin ısrarı üzerine, o eşsiz hatırayı şöyle açıklar:
- 1915 haccına, Hindistan ulemasından bir zat da gelmişti. Bu zat, deruni dünyası zengin bir Allah dostu idi. Hacdan sonra, Resûlullah'ı ziyaret için, Medine'ye gelmişti. Bir türlü gözünün yaşı geçmeyen o mubarek zata, "niçin bu derece üzüntülü olduğunu" sorduğumda, o, gözyaşlarını daha da çoğaltarak şu cevabı verdi: - Bunca 30! sonra, nasip oldu, O Güzeller Güzeli'ni ziyarete geldim. Fakat müşahede ettim ki, Resullah (sav) makamında değil. Yoksa, benim kalp gözüm mü körelmiş?.. Resûlullah'ın varlığım neden hissedemiyorum? İşte, Medine'ye geldim geleli, bu düşüncelerle perişanım.
Yaşlı türbedar, o gece rüyasında, Güzeller Güzeli'ni görür. Hindistanlı Alim'in anlattıklarını hatırlar. Bunu Allah Resulüne sorar. Allah'ın Resulü, onu merakta bırakmaz ve şöyle buyurur:
- Evet, hissedilen doğrudur. Ben şimdi Medine'mde değilim. Çanakkale'deyim... Zor durumda olan asker evlatlarımı yalnız bırakmaya gönlüm razı olmadı. Şimdi onlara yardım ediyorum.
Kaynak:Mehmet Dikmen, Esrarengiz Olaylar, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.75
0 yorum:
Yorum Gönder