Faydalı Paylaşımlar..

21 Temmuz 2015 Salı

Hazret-i Süleymân (a.s.) İle Karınca

04:15:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Bir gün Süleyman Peygamber (a.s) bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.

Karınca da,

"Bir buğday tanesi yerim" diye cevap verir.

Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber (a.s) karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi?

Bunun üzerine Hz. Süleyman (a.s) karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar.

Karınca da,

"Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah (c.c) verirdi. Ben de O'na güvenerek bir buğday tanesini tam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım" diye cevap verdi.

Yüce Allah (c.c) cümlemizi kul kapısına baktırmaktan korusun, amin...

KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 60-61

16 Temmuz 2015 Perşembe

Bayram Şekeri

13:45:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Mustafa 10 yaşında bir çocuktu.Babası işsizdi.Ramazan’ı komşularının yardımıyla zar-zor geçirmişlerdi.Bayram günü geldi çattı.Mustafa, anne ve babası evde sessizce oturuyorlardı.Kimse ziyaretlerine gelmiyordu.Öyle ya…Fakirin dostu olmaz.Bu hep böyledir.Mustafa babasının ve annesinin ellerini öptü usulca.Babası utanıyordu kendinden.Oğluna bayramda bırak harçlık vermeyi bir elbise bile alamamıştı.Üzülüyordu içten içe.Mustafa babasına yavaşça fısıldadı:”Baba ben bayram şekeri istiyorum!”

Bu sözler babasının yüreğine bir ok gibi saplandı.Cebinde sadece 5 YTL vardı.Onunla şeker alsa yiyecek bulamayacaklardı.Oğlunun başını okşadı:”Oğlum cebimde sadece 5 YTL var.Onunla da bayram şekeri alırsam yiyecek alamayız.Biraz sabret bir iş bulursam o zaman istediğin kadar bayram şekeri alırım sana…”

Bu sözler Mustafa’yı tatmin etmedi.Bahçeye çıkıp ağlamaya başladı.Başını öne eğmişti.İçeride de babası ve annesi gözyaşlarını tutamamıştı.Onlar da ağlıyorlardı.

O sırada Mustafa’nın gecekondusunun önünden bir adam geçiyordu. Mehmet adında genç bir adam.Mustafa’yı ağlar bir vaziyette görünce başını okşadı ve sordu:”Ne oldu yavrum?Neden ağlıyorsun?”

Mustafa yaşlı gözlerle cevap verdi:”Ben şeker istiyorum amca!Bayram şekeri…”

Bu sözler Mehmet’in yüreğini yaktı.”Buradan ayrılma hemen döneceğim” diyerek Mustafa’nın yanından ayrıldı.Markete uğradı.1 kg. karışık şeker,1 pakette çikolata alarak Mustafa’nın gecekondusuna vardı.Mustafa sevinçle Mehmet’in yanına koştu.Mehmet şeker ve çikolataları Mustafa’ya vererek:”Al yavrum.Artık ağlama.Senin için aldım.Çok yeme dişlerin çürür sonra” dedi ve gülümsedi.Mustafa teşekkür etti ve Mehmet’in elini öpmek istedi.Mehmet önce elini vermek istemedi ama sonra uzattı.Mustafa Mehmet ‘in elini görünce birden irkildi.

Parmaklarından 3 tanesi yoktu çünkü.Mustafa Mehmet ‘ in ellerini öptü ve sordu:”Ellerine ne oldu amcacığım”.Mehmet cevap verdi:”Boş ver yavrum o kadar da önemli değil”.Mustafa Mehmet’in ismini öğrendi,Mehmet de Mustafa’nın…Ve ayrıldılar.Mustafa sevinçle evine girdi ve şekerleri yemeye başladı.Annesi ve babası da Mehmet’ e bol bol dua ettiler.

Saat 9.30.İhtiyar, yaşlı gözlerle pencereden dışarı baktı.Kendi kendine söylendi:”Gene gelmediler”.Yanındaki Sadi bey lafa karıştı:”Sorma benimkiler de gelmedi”.Yaşlılar evinde bir bayram daha hüzünle geçiyordu.Birden içeri bir genç girdi.Uzun boylu ve yakışıklı bir genç.Elinde paket paket çikolatalar vardı.Ve renk renk çiçekler.

Ellerini öptü sırayla yaşlıların.Ve çikolatalar,çiçekler verdi onlara.Sadi bey’in yanındaki ihtiyara gelmişti sıra.Bayramını da kutladı onun ve öpmek istedi ellerinden.Yaşlı adam elini uzattı istemeyerek.Genç birden irkildi.

İhtiyar’ın parmaklarından 3 tanesi yoktu:”Siz” dedi,”Siz Mehmet amcasınız”.İhtiyar şaşırdı:”Beni nerden tanıyorsun”.Genç cevap verdi:”Ben sizin ağlarken gördüğünüz ve şeker,çikolata aldığınız çocuğum.Adım Mustafa”.İhtiyar biraz düşündü:”Hatırladım seni,hatırladım yavrum”dedi.Birbirlerine sarıldılar ve öylece ağladılar…

Kaynak:Anonim

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Yapılan İyilik Konuşulmamalıdır

12:57:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Vaktiyle bulunduğu küçük yerde geçim sıkıntısı çeken dürüst ve temiz yaratılışlı genç bir adam, bir gün memleketine çok uzakta bulunan bir şehir merkezine giderek iş bulup çalışmaya, kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi Bu niyetle vakit kaybetmeden hazırlanıp yola koyuldu Genç adam bu yolculuğu sırasında yorum ve açıklaması kendisi için imkânsız olan bir takım olaylarla karşılaştı

Bunlardan biri şuydu: Bazı kimseler bir tarlaya buğday ekiyorlar, ekilen buğdaylar hemen yetişip olgunlaşıyor, onlar da hiç vakit kaybetmeden hasat ediyorlar, sonra bunları ateşe verip yakıyorlardı

İkinci olarak şuna şahit olmuştu: Bir adam büyük bir taşı kaldırmaya çalışıyor, kaldıramıyor; ama bu taşa bir tane daha ekleyince kaldırabiliyor, bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldırabiliyordu

Şahit olduğu bir başka olay da şu idi: Bir adam bir koyuna binmiş, onun üzerine birkaç kişi daha binmiş koşturuyorlar, arkalarından birileri de onlara yetişmek için çabalıyor ama yetişemiyorlardı

Adam bunlarla kafası Karışmış birhalde uzun yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan şehrin kapısına geldi Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldiğini, niçin geldiğini yolculuğun nasıl geçtiğini sordu Adam herşeyi anlattı ve yolda karşılaştığı alışılmamış hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadı Bunun üzerine ihtiyar bu genç adama rastladığı olayları bir bir açıkladı:

"Senin yolda ilk rastladığın buğday ekip hemen hasat eden ve sonra ateşe verip yakan insanlar, iyilik edip de onu sağda solda konuşarak değerini sıfıra indiren insanları simgeler

Taş kaldırmaya çalışan kimse de şunu anlatır: İnsana ilk işlediği günah ağır gelir, onun altında ezilir Ama ona tevbe etmeden başka günahlar işlemeye devam ederse artık o günahlar ona hafif gelmeye başlar

Koyun ve ona binenlere gelince, koyun cennet hayvanıdır Sırtındakileri cennete taşımaktadır Koyuna ilk defa binen alimlerdir Ondan sonra binenler her sınıftan müminlerdir Bunlara yetişmek için koşanlar ise inançsızlardır

Kaynak:İsmail Özcan Kıssadan Hisseler

14 Temmuz 2015 Salı

Boyayı mı Beğenemedin, Yoksa Boyacıyı mı?

13:31:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Hep hikmetli konuşan Lokman Hekim’in derisi siyah, dudakları da kalınmış. Değerli sözlerini duyarak hayranı olan biri bir gün bakmış ki hayalinde büyüttüğü Lokman, siyah yüzlü, kalın dudaklı biri.Şaşkınlıkla yüzüne bakarken Lokman Hekim, adamın içinden geçenleri sezmiş olacak ki, şöyle çıkışmış:

– Birader, neden öyle şaşkın bakıyorsun? Boyayı mı beğenemedin, yoksa boyacıyı mı?

Sonra da ilave etmiş.

– Bak, demiş, benim ne yüzümün siyahlığında, ne de dudaklarımın kalınlığında bir tesirim vardır. Onları Yaratan öyle yaratmış, öylesine uygun görmüş. Benim tercihim değil...

Evet, insanların yüz güzelliği, yahut da çirkinliğiyle kendilerine bir pay çıkarmaları son derece yanlıştır. Ne güzellikte bir etkisi vardır, ne de çirkinlikte. Her ikisini de yaratan ve layık gören Allâh-ü azimüşşandır. İnsan kendi iradesiyle kazandığından sorumludur.

Kaynak: Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları

9 Temmuz 2015 Perşembe

İNSANIN ALDANDIĞI 4 KELİME VE TEDAVİSİ

13:15:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Mevlâna der ki:
“Vakit keskin kılıç gibidir, ömrü kesiyor;
O seni kesmeden evvel sen onu kes!..
Kalbî zikre devam et!.. Dilin kapılarını kapat!..
Kalbin zikirle konuşsun, dilin hikmetle sussun..
Huzur buluncaya kadar öyle ol, üstün zekâ sükut etmektedir.
Az ye, az konuş, az uyu..
Ameli bırakmak ne kötü bir hal..
“İleride amel edeceğim” demek ondan daha beter bir haldir.”
İbn-u Atâullah İskenderî’den naklen Ebu Muhammed Eş-Şa’ranî şöyle söylemiştir:
“Tüm insanlar dört kelime ile aldanmıştır:
EĞER
Birisi, eğer zengin olsaydım ibadet ederdim der,
Diğeri, eğer fakir olsaydım ibadet ederdim der,
Öbürü, eğer genç olsaydım ibadet ederdim der,
Başkası, eğer ihtiyar olsam ibadet edeceğim der.
İşte dilin bir fenalığı budur.
NEDEN
İlim oku! Neden okuyayım?
Sus! Neden susayım?
Konuş! Neden konuşayım?
Nedenle beden tembel olur, nedeni bırak!
NASIL
İbadet et! Nasıl edeceğim?
Çalış! Nasıl çalışacağım?.
KEŞKE
Keşke ben zengin olsaydım, hacca giderdim..
Keşke ölseydim, suç işlemeseydim..
Bunlar hep dil illetidir.. İstikamet yolundan insanı çeviren sebeplerdir.
Bunların tedavisi iki edebledir:
1-Ahireti dünyadan daha fazla tercih etmekle, tembellik zincirlerini koparmak ve kalbî zikretmek,
2-İşi zamanında yapmak, ertelememektir..
Kaynak: İsmail Çetin/Edeble Varış Lütufla Dönüş

8 Temmuz 2015 Çarşamba

40 SENE NAFİLE ORUÇ TUTAN ADAM

12:30:00 Posted by Mücahid Reis No comments

40 sene üç ayların tamamında oruç tutan bir zat, bir gün bir alışveriş kuyruğunda bulunur. Dışarıdan gelen bir kişi, kuyruğa girmeden alış veriş yapmak ister ve bunda ısrar eder.O kadar ısrar eder ki, kuyrukta bulunanların sabrını taşırır.

-“Neden acele ediyorsun?” diye sorarlar.O da der ki:

-“ Bu gün nafile oruç tutmuştum.İftar yaklaştı.Onun için acele ediyorum” deyince kuyrukta bulunan ve 40 senedir nafile oruç tutup kimseye söylemeyen adam dayanamadı:

-“ Be adam, ben kırk senedir nafile oruç tutuyorum gene de senin bu yaptığını yapmıyorum” deyince adam:

-“Bende 40 senedir sana bunu bir türlü söyletemiyordum. Nihayet söylettim.Ben şeytanım diyerek oradan uzaklaşır.

Kaynak: Abdulkadir Dedeoğlu, Kıssadan Hisseler.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Olmaz Çocuğum

20:30:00 Posted by Mücahid Reis No comments

İmansızda vicdan olmaz çocuğum,
Kırk cesette bir can olmaz çocuğum,
Tay büyür at olur, ona sözüm yok,
İt büyüyüp insan olmaz çocuğum.
| Üstad Abdurrahim Karakoç

Minik Bir Çocuğun Ramazan Günlüğü

19:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Ramazan 1

Bugün evde bir acayiplik var.
Herkes sessizce işine okuluna gidiyor.
Annem “Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım” dedi.
Kimse yemek yemiyor, su içmiyor.
Ablam bile!
Ramazan 2

Önce diyet yaptıklarını sanmıştım.
İzledim hepsini.
Akşama doğru hepsi sessizleşiyor.
Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyor.
Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki.
Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni.
Ama gülmeye cesâretim yok.
Ramazan 9

Niye böyle yapıyorlar?”Ablama sordum, “Büyüyünce anlarsın” dedi.
Zaten başka ne der ki…
Anneme sordum, “Ramazan” dedi.
Babama sorum, “Oruç” dedi
Ramazan 11

Bu “Ramazan” ve “Oruç” isimli iki kişi,
Bizimkilere yeme içme yasağı koymuş demek.
Arkadaşım Fatma’ya sordum.
Onun ailesinde gündüzleri yemek yemiyor, su içmiyormuş.
Ramazan 14

Kaşık, çatal sesleri, konuşmalar duydum
Uyandım..
Babama haber vermeye koştum, yatağında yok!
Çaresiz, huysuz ablamın yanına koştum
O da yok!
Korkmadım, Ben bu hırsızların hakkından gelirim! Dedim.
Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar!
Vay uyanıklar.
Gündüz Oruç ile Ramazan’dan korkup gece yemek yiyorlar.
Bir de üstüne gülüyorlar…
Korkaklar.
Ramazan 17

Önceleri, Oruç ile Ramazan’ı bulup şikâyet etmeyi düşündüm.
Fakat ablamın yemek yedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim.
O zaman devam.
Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.
Ramazan 19

Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor.
Oturup birlikte Kur’an okuyorlar.
Her zamanki mobilyadan, gelinden, kaynanadan konuşmuyorlar.
Ellerini açıp herkese dua ediyorlar.
Sevim teyze de başını örtmüş.
Çok da yakışmış.
Ramazan 22

Her şey aynen devam ediyor.  
Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor.
Hepsi akşam ezanı okunuyor.
İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor.
Ne hoş..
Ramazan 24

Oruç’u merek ediyorum.
Geçen gün Ayşe teyzem Annemle konuşuyorlardı.
Şöyle yaparsam Oruç bozulur mu?
Yok, böyle olursa Oruç kaçar mı?
Demek ki Oruç, çok duygulu birisi
İnsanlar kötü şey yapınca bozuluyor.
Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.
Oruç’u ve Ramazan’ı artık iyice merak ediyorum.
Onlarla tanışmaya can atıyorum.
Ramazan 25

Bu gülerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor.
Şimdiye kadar gecesi olan bir adam göremedim.
Bu Kadir de kim?
Bin aydan hayırlı gecesi varmış.
O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur’an okumak önemliymiş.
Ramazan 26

İftarı çok sevdim.
Akşam yemek yemeğe iftar diyorlar.
Gece yemek yemeni adı da Sahur.
İftar sonrası eğlenceler oluyor.
Babam camilere götürüyor bizi.
Herkes sokaklarda, camilerde, neşe içinde.
Ramazan 28

Merak içinde beklerken uyuya kaldım.
Kadir, gecesiyle gelmiş gitmiş.
Ben göremedim.
Anlayamıyorum.
Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum.
Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor.
Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar.
Sinir oluyorum.
Abım uzak bir şehirde üniversitede okuyor.
Abım ne zaman geliyor?” diye anneme soruyorum.
Bayram gelsin, o da gelecek” diyor.
Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir’den sonra şimdide bayram!...
Soramıyorum “Bayram kim?”diye.
Neden o gelmeden âbîm gelemiyor.
Belkide ağabeyimin arkadaşıdır.
Çok özledim ağabeyimi.
Bayram’ı da alsın gelsin, tanışalım.
Ramazan 29\Arife

Sonunda bir hanım ismi duydum.
Arife diyemiyorlar mı ne?
Arife diyorlar.
Niye Arife?
“Arife” olması gerekmiyor mu?
Yengemin adı gibi yani…
“Arife geliyor, daha temizliği bitirmedik.”   diyor annem.
Demek ki arife teyze çok titiz.
İyice telaşlandılar.
Bir bayram diyorlar, bir arife, harıl harıl çalışıyorlar.
Temizlik yapılıyor.
Yemekler hazırlanılıyor.
Anneme “bayram ne zaman gelecek?”dedim,”arife’den sonra “ dedi.
Demek ki bayram ile arife evli değil.
Akrabada değil.
Kafam karma karışık.
Salih abım bir gelse de her şeyi bana anlatsa.
Ve Bayram geldi

Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!.
Oruç öldü herhalde diye düşündüm.
Gece abım gelmiş.
Sevinçten haykırdım.
Çok özlemişiz birbirimizi.
Bütün olanı biteni bir güzel anlattım ağabeyime
Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm.
Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım.
Abımın tebessüm ettiği yerde, Ablam kahkaha atar.
Ağabeyime küser gibi yaptım, hemen gönlümü aldı.
Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.
****
Ağabeyimden söz aldım,
Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi.
Bende verdim.
Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı.
Abım buna bir de isim buldu: 5 yaş Sendromu.
Sendromu anlamadım.
Ama olsun, ağabeyime güveniyorum.
Gerçi ablam göre 4 yaşındayım.
Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor.
Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor.
Abım bu konu beni aşar diyor.
Bayramı çok sevdim.
Ama ablam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm.
Bizim için her gün Ramazan olsa!...
Ne iyi olur… 

Kaynak: Mehmet Talu, Ramazan ve Oruç Rehberi, Tereke Yayınevi,  s.16, Basım:2011.

Küçük Ev

13:07:00 Posted by Mücahid Reis No comments



Bir köylü, bilgenin yanına geldi ve şikâyete başladı:

“N’olur bana yardım edin, yoksa çıldıracağım. Tek odalı bir evde yaşıyoruz. Ben, karım, çocuklarım, karımın akrabaları. Herkesin siniri tepesinde. Birbirimize bağırıp duruyoruz. Evimiz sanki bir cehenneme döndü.”

“Sana söyleyeceğim şeyi yapacağına söz verir misin?” diye sordu bilge ciddî bir sesle.

“Yemin ederim, ne söylerseniz yapacağım.”

“Pekalâ. Kaç hayvanın var?”

“Bir inek, bir keçi ve altı tavuk.”

“Onların hepsini evinize al. Bir hafta sonra yanıma yine gel.”

Bilgenin talebesi aldığı tavsiyeye çok şaşırmıştı, ama itaat edeceğine de söz vermişti bir kere. Çaresiz, hayvanları da odaya aldı.

Bir hafta sonra geldiğinde perişan haldeydi. Acı ve kederli inliyordu.

“Mahvolmuş durumdayız. Pislik! Koku! Gürültü! Hepimizin aklını kaçırmasına ramak kaldı.” Bu defa:

“Şimdi git ve hayvanları evden çıkar” dedi bilge.

Adam eve kadar hiç durmadan koştu. Denileni yaptı.

Ertesi gün bilgenin yanına geldiğinde gözleri mutluluktan parlıyordu:

“Hayat ne kadar güzel. Hayvanlar dışarıda. Evimiz öyle sessiz, öyle temiz ve öyle geniş ki! Sanki bir cennet!”

Kaynak: Murat Çiftkaya İlham Öyküleri

Altın ve Gümüşü Biriktirenler

03:59:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Altın ve Gümüşü Biriktirip de Bunlar Allah Yolunda Sarf Etmeyenlere Acıklı Bir Azabı Müjdele!

Sevbân (ra) şöyle anlatır:

“…Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allâh yolunda sarf etmeyenlere acıklı bir azâbı müjdele!” (Tevbe, 34) âyeti nâzil olduğu zaman biz, Efendimiz (sav) ile birlikte seferde bulunuyorduk.

Sahâbeden bâzıları:

“–Altın ve gümüş hakkında inecek olan indi. (Artık bir daha onları biriktirmeyiz.) Keşke hangi şeyin daha hayırlı olduğunu bilsek de ondan biraz edinsek?” dediler.

Bunun üzerine Rasûlullah (sav) şu cevâbı verdi:

“–Sâhip olunan şeylerin en fazîletlisi; zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve kocasının îmânına yardımcı olan sâliha bir zevcedir.”

(Tirmizî, Tefsir, 9/9)

5 Temmuz 2015 Pazar

4 Temmuz 2015 Cumartesi

ŞEYTAN VE NEFİS BİZİ NASIL ALDATIR?

20:00:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Hem ilmi, hem.de ameliyle zengin bir insanı müflis hâle getiren duygu hangi duygudur? Belki bu sualin ce­vabını nefsinizde veriyorsunuzdur. Ancak size bir ibretli olay arzedeceğim. Göreceksiniz ki, hepimizi amelimizde iflas beklemektedir. Şayet dikkat etmez, ihlâsa sahip olmazsak. İbretle okuyacağınız olay şu:

Ebu Hasan Müzeyyin adında bir ihlaslı zat, gece gündüz Kabe hasretiyle yanıp tutuşmaya başladı. Ne yapıp edecek, mutlaka Beytullah'ı ziyarete gidecek, sonra da Resûlüllah'ın merkadine yüz sürecekti. Bu dayanılmaz arzusuna mukabil, tâ Horasan'dan kalkıp da bu kadar yolu aşacak ne bineği vardı, ne de parası. Ama bu yoklara mukabil bir şeyi vardı, o da aşkı, şev­ki ve azmi. Rabbimiz gönlüne bunu ilham etmişti. Yanıp tutuşuyordu.

Rabbımızın lütfettiği bu aşk, şevk ve azimle düştü yollara.

Günlerce aç, susuz kaldı, yoruldu, ezildi, büzüldü, ama azminden zayiat vermedi, nihayet Mekke'ye vardı. Hayretler, hasretler içerisinde Harem'e girdi, Kabe'yi ta­vaf etti, gidip zemzemden kana kana içti..

Artık şöyle bir köşeye çekilip nefes almalı, Rabba şükretmeliydi. Nitekim altın oluğun karşısına oturup de­rinden derine saadetli bir nefes aldı. Kabe'yi seyre daldı. Düşünüyordu:

— Neydi o haftalar süren yaya çöl yolculuğu, açlık, susuzluk ve yorgunluk?..

Bunları bir bir hayal ettikten sonra kalbine bir büyüklük duygusu geldi. Kendi kendine söylenmeye başladı:

— Bravo Ebu Hasan! Sen ne kadar da kuvvetli, kudretli   adammışsın!   Bunca   engele,   zorluğa, imkânsızlığa rağmen çölleri aştın, vahaları taştın, nihayet Kabe'ye ulaştın..

Bu düşünceler içinde iken karar verdi. Ben büyük adamım vesselam.

Ebu Hasan Müzeyyin kendini böylesine güçlü, kuvvetli, büyük adam olarak görmeye başladığı anda öteden birinin sesi geldi kulağına. Ses şöyle diyordu:

— Hey Ebu Hasan Müzeyyin! kendine gel kendine. Bunca yolları, vahaları sen aşmadın, sen taşmadın. Rabbin sana bu aşkı, şevki verdi de onunla çölleri aş­tın, vahaları taştın, Kabe'ye ulaştın. O, bu aşkı vermese, bu şevki lutfetmeseydi, başkaları gibi sen de yerinden kımıldayamaz, kendinde bu kuvvet ve kud­reti bulamazdın! Sen sadece istedin, arzu ettin, hepsi o kadar! Hissen istemenden ibarettir.

Birden irkilen Ebu Hasan Müzzeyin bakar ki, biraz ötede büyük veli Ebu Bekir Kettanî tebessümle kendine bakıyor.

Hemen kalkar, hürmetle yanma yaklaşır, elpençe di­van durur. Haremin Meşalesi denen bu büyük zat, sözle­rini şöyle tamamlar:

— Dikkat et, şeytan seni amelinle ucbe düşürmek istiyor, aldanıp da enaniyete kapılma, benlik duygu­suna girme! Toksa haccın gider.

Evet, kimse ameliyle övünmesin, hizmetiyle ucbe dal­masın. Gayret ve azmiyle gurura kapılmasın. Nefsinde özel bir fazilet ve meziyyet vehmetmesin. Kulun hissesi, meyilden ibarettir.

Buyurun birlikte okuyalım Rabbimiz'in kudsî ikazını:

— Sendeki iyilikler Allah'tan, kötülükler de nefsindendir! Senin iyilikten hissen, sadece meyil ve arzu...

Kaynak:Ahmed Şahin, Olaylar Konuşuyor, Cihan Yayınları, İstanbul 2001, s.109

Padişah, Kulumun Kulu

03:48:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Devrin birinde padişahın biri Ramazan ayı geldiği vakit, İkin­diden sonra akşama kadar davulcuların şenlik yapmalarını ve çalgılar çalmalarını emrederdi. Bununla hem günün tez geçme­sini ve hem de açlığın tesirini anlamamasını sağlamak, isterdi.

Çünkü oruç ekseriye ikindiden sonra insana şiddetle tesir eder. İşte yine bir Ramazan ayında padişah oruçtan fazla incinmemek için bu şekilde emretmişti. Bir gün böyle vaziyette iken oradan bir kâmil zat geçer. Bakar ki çalgılar çalınıyor, davullar vurulu­yor, adeta kıyamet kopuyor. Kendi kendine; “Şu kötülüğü kaldır­malıyım ve bu padişahı bu gafletten uyarmalıyım. Çünkü bu an if­tar anıdır. Rahmet ve mağfiretin coştuğu bir zamandır. Bu zaman da bu çeşit hareketler Müslümanlara yakışmaz” der.

Padişahın sarayına gider, çalgıları susturmak ve neşelerine son vermek ister. Padişah da onu o anda saraydan seyreder. Padişah ihtiyarın yakalanmasını emreder, adamı huzuruna çağır­tır ve kendisine şöyle sorar:

-Şu münasip olmayan işi niçin işledin?

İhtiyar:

-Bu iş kötü bir iştir. Biz kötü işleri kaldırmakla memuruz der.

Padişah:

-Benden korkmadın mı?

İhtiyar;

-Senden bana gelecek olan şeye sabrederim.Nitekim Allah Kur'an'da "sana gelen şeye sabret" buyurdu. Ben senden asla korkmam. Çünkü sen kulumun kulusun.

Padişahın etrafındakiler:

-Bu adam aklını kaybetmiş, diye fısıldamaya başladılar.

İhtiyar:

-Hayır, ben aklımı kaybetmedim. Bi­lakis, hakikatte o, kölemin kölesidir. Sen kölemin kölesisin. Çünkü insanlar iki kısımdır:

Birincisi; nefsi mağlup, kendisi galip olandır ve nefsini istediği tarafa çevirebilir.

İkincisi ise: Nefsi kendisine galip ve üzerine amir kimsedir.

Ey padişah! Şimdi düşün, sen bunların hangisindensin?

Padişah:

-İkincisiyim, der.

İhtiyar:

-Nefis kulumdur, sen de nefsin kulusun. Yani sen ku­lumun kulu oldun, der.

İhtiyarın bu sözleri üzerine padişah son derece müteessir olarak derhal tövbe edip pişman olur. İhtiyara da birtakım ik­ramlar da bulunur.


Kaynak: İsmail Özcan,Kıssadan Hisseler.

3 Temmuz 2015 Cuma

DÜNYADA 700 YILDAN FAZLA ÖMÜR SÜRÜLMEZMİŞ

14:50:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Hazreti İsa (a.s.) bir gün seyahat ederken, dağda bir ihtiyara tesadüf eder ki, ihtiyar güneşin sıcağında ibadet ve taat ediyor. Hazreti İsa (a.s.):

Ey ihtiyar, güneşten, kardan ve yağmurdan korunacak derecede bir şey yapıp da içinde ibadet etsen olmaz mı?

Ya Nebiyallah, peygamberlerden duydum ki, dünyada 700 yıldan fazla ömür sürülmezmiş. O sebeple o kadar ömrü dünya tamirine sarf etmeyi uygun görmediğim için bu hali seçtim.

Ey ihtiyar, sana bundan daha acayip bir şey haber vereyim. Ahir zamanda bir kavim gelecek ve ekserisinin ömürleri 100 yıla varmayacak. Böyle olduğu halde  1000 yıllık ömür tedariki ederek, çok yüksek binalar, köşkler, bağ ve bahçeler ve nice mülkler bina edecekler.

“Ya İsa, eğer o zamana ulaşsaydım, Allahu Teala hakkı için o kadar ömrü bir secdede geçirirdim” der ve yanında bulunan bir mağaradaki acaib şeyleri göstermek üzere Hazreti İsa (a.s.) ‘ı oraya davet eder. Beraberce mağaraya girerler ki, yüksek bir taht üzerinde bir meyyit ve başı ucunda bir mermer direk vardır. Direğin üzerinde ise şunlar yazılıdır:

Ben filan padişahım.(bir rivayette Şeddad imiş) 1000 yıl ömür sürdüm. 1000 şehir bina ettim ve 1000 tane bakire kız aldım. 1000 tane padişahla muharebe edip, askerlerini helak ederek memleketlerini ellerinden aldım. Fakat neticede bu hale geldim. Ey akıllı ve alim olanlar benden ibret alın.

Hazreti İsa(a.s.), bunu görünce hayrette kalır ve yoluna devam eder.

Kaynak: Büyük Dînî Hikâyeler, İbrahim Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi, İstanbul, 1980.

Al Ramazan Al Ablana da Al, Büyü Başka Ramazanlara da Al...

14:18:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Okuldan alındığım yıldı ..

Eniştemin yanına konfeksiyonda çalışmak için verilmiştim.. 15 yaşındaydım.Sabah 8.00 de işbaşı yapıp akşam 19.30 da paydos ettiğimizi nefretle hatırladığım günlerden bir gün, sonunda saat 19.30'u göstermiş ve paydos zili çalmıştı. Hışımla kendimi dışarı atmıştım..Nitekim makina sesleri okuldayken tahammül edemediğim öğretmenlerimin... kızdıklarında çıkardıkları çığlıklardan daha kötüydü ve sürekliliği vardı... Hayata nefret ve kin kusarak yolda gidiyor giderken de okul dönüşü elinde kitaplarıyla eski sınıf arkadaşlarımı gördükçe yaşamaktan iyice nefret ediyordum..

Sokağımıza yaklaşmıştım,hiç sevmediğim bu semt pazarı yine kurulmuştu,yine içinden geçmek zorundayım diye düşünürken köşede siyah çarşafıyla yanında 6-7 yaşlarında çocukla bir kadın bana seslendi,şivesi oldukça bozuktu belli ki istanbul'a bu sene göç etmişlerdi.Gittim yanına. Elinde bir çuval,

- "Benim bel fıtığım var aşağıda oturuyorum çuvalın bir ucundan tutabilirmisin, beraber götürebilirmiyiz abi" dedi...

15 yaşındayım ama bana abi demesi ile biraz tuhaf oldum , o ruh halimle biraz isteksiz "tamam" dedim "taşıyalım abla" .... çuvala uzandığımda içinin pazarcıların artıkları çürük domates, patates, havuç gibi şeylerle dolu olduğunu görünce "tamam sen çocukla ilgilen ben tek sırtlarım dedim"...

Çuval ağırdı sırtladığımda ama yolda ablayı biraz dinleyince taşıdığım yükün farkına bile varmadım. Şırnaklıymış, geçen sene İstanbul’a gelmişler...Kan davasından kaçmışlar ama İstanbul’da bulmuşlar yerlerini. Eşini ve eşinin kardeşlerini öldürmüşler. 3 ay geçmiş üzerinden. Kendi ayakları ile 3 çocuğuna bakmaya çalışıyormuş. Evlendiği kişiye ailesi razı olmadığı için şimdi onların yanına da gidemiyormuş.Apartmanlarda merdiven silerek,el işi yapıp satarak para kazanmaya çalışıyormuş..

Büyük bir hayat dersi almaya başladığımın farkına varıyordum..

Evine geldik. Derme çatma bir apartmanın bodrum katında oturuyordu..Çocuk eğilip cama vurdu 8-9 yaşlarında bir kız kucağında bir çocuk ile baktıktan sonra gelip yukarı apartmanın kapısını açtı..

"Abi çok teşekkür ederim" dedi "Ben aşağıya indiririm ,Allah razı olsun,Allah ne muradın varsa versin "dedi .

“Tamam ablacığım Allah yardımcınız olsun” diyip evime doğru giderken pazara annesinin yanında erkek olarak gelen çocuk peşimden geldi ...

"Abi paran var mı? bana dondurma alabilir misin? " dedi.

Yıkıldığım andı...

Malum ben de çocuktum her çocuk gibi benim de cebimde para durmazdı. Olduğunda hemen harcardım ama çocuğun gelip benden istemesi ,belki de kendi için para isteyebileceği kimse olmadığı için bu kadar rahat bir şekilde istemişti..
Hangi dondurmadan almamı istersin dedim,
"Buz parmak " dedi
Belli ki diğer çikolatalı dondurmaların tadını bilmiyordu.. Buzparmak bildiğin renk katılmış buzdu, ama bu bile onun için çok güzel bir şeydi. Elimi cebime attım gerçekten 1 kuruş bile yoktu. En çok o zaman param olsun istemişimdir. Eğildim yanına dedim ki

- " Sen şimdi annenin yanına git ben yarın sana 3 tane getireceğim olur mu.”

- "Tamam olur ama gel unutma” dedi hayli bozuk aksanıyla

Evime doğru attığım her adımda Allah’a tekrar şükrettim nefret ettiğim halimden medet uman insanların olduğunu gördüm. Beterin beteri vardır cümlesinin ne kadar doğru olduğunu gördüm..

Gece bitmedi sanki, sabah olsun da işime gitsem eniştemden maaşımı istesem diye sabırsızlanıyordum...Her sabah isteksiz gittiğim o dükkana bu sefer koşarak gittim..Nasıl akşam oldu fark etmedim,o kadar şevkle çalışmıştım ki..

- Zil çaldı, eniştemin yanına gittim, maaşımı istedim, sağ olsun eniştem ayın 2. haftası olmasına rağmen ilk defa para istememden dolayı tamamını verdi...
Koşarak o sokağa gittim .. çocuk oradaydı ,beni görünce koştu yanıma adı Ramazan'mış..

- "Hadi ramazan gel dondurma alalım dedim”..

Dondurma dolabına boyu yetişmiyordu kaldırdım, hadi seç içinden dedim , o kadar dondurmanın içinden gitti buz parmak olanını seçti

"Ablama da alayım mı? dedi...

AL RAMAZAN AL ABLANA DA AL ,BÜYÜ BAŞKA RAMAZANLARA DA AL....

Kaynak:Anonim

2 Temmuz 2015 Perşembe

Sarayda İftar

16:28:00 Posted by Mücahid Reis No comments

Harun Reşid bir Ramazan günü Behlûl-i Dânâ hazretlerine tembih etti:

“Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et. Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:

“Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin.”

Behlûl-i Dânâ hazretleri tebessüm ederek gayet sakin bir şekilde cevap vermiş:

“Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki yalnız bunlarmış.”

 Kaynak: İsmail Özcan, Kıssadan Hisseler.

1 Temmuz 2015 Çarşamba

BİR KEDİYİ ISITTI BÜYÜK SEVAP ALDI

08:46:00 Posted by Mücahid Reis No comments


Evliyaullahtan bir zat vefat etti. Bu zatı dostlarından birisi rüyasında gördü.

-Yâ Hazret! Rabbin sana nasıl muâmele etti? diye sordu.o zat-ı muhterem: söyle cevap verdi:

-Rabbimin huzurunda bir kediyi ısıtmak için kucağıma alıp sardığımdan dolayı yüksek dereceye eriştim. Bana söyle denildi:

-Ey sevgili, merhametli kulum! Hani falanca gün falanca yerde yağmurda, karda kalmış tir tir titreyen bir kedi görmüştünde onu soğuktan kurtarmak için kucağına alıp ısıtmıştın.

İşte bu büyük dereceye kavuşman o merhametinin karşılığıdır.

Kaynak:Yusuf Tavaslı, Dînî Hikâyeler(Kıssadan Hisse Alabilmek), El Boy, Tavaslı Yayınları, İstanbul , s.87-88